Tayin edici bir savaşı kazanmanın birinci şartı yeterli ve deneyimli bir kurmayın, öncünün oluşturulmasıdır. Hedefi burjuvaziyi devirmek ve kendi sınıf iktidarını kurmak olan proletaryanın sınıf savaşımı için bunun temel siyasal hazırlık okulu da tüm biçimleriyle sağlı-"sol"lu oportünizme karşı verilecek savaştır. Bu birinci savaşı, deyim yerindeyse ön muharebeyi kazanamayan, ikincisinde, nihai mücadelede sürekli yenilmeye mahkumdur.
Örneğin Türkiye'de 12 Eylül'den sonra sandıkta düşmüş hiçbir hükümet yoktur, hepsi sokakta düşmüştür ve hepsinde de işçi eylemleri tayin edici bir rol oynamıştır. Ama bu hiçbir zaman işçi sınıfı lehine bir değişikliğe yol açmamıştır, işçi sınıfının siyasal, ekonomik, sosyal konumu istikrarlı şekilde kötüleşmeye devam etmiştir, siyasal ve sendikal oportünizmin mihmandarlığından kurtulamayan işçi sınıfı daima yıpranmış bir burjuva hükümetin gidip yerine yenisinin getirilmesi, bu şekilde sisteme nefes aldırılması politikasının uzantısı olmaktan bir türlü kurtulamamıştır.
İşçi sınıfının siyasal ve sendikal birliğini elde etmenin biricik yolu oportünizme karşı kararlı yorulmak bilmez mücadele yoludur:
"Almanya örneği anımsansın. Lassalle'in Alman işçi hareketine yaptığı tarihi hizmet neydi? Bu hizmet, bu hareketi (Schulze-Delitsch ve benzerlerinin lütufkâr çabalarıyla) kendiliğinden tutmuş olduğu ilerlemeci trade-unionizm ve kooperatifçilik yolundan çevirmesiydi. Bu görevi yerine getirmek için, kendiliğinden unsurun küçümsenmesi, süreç olarak taktik, unsurlarla çevrenin karşılıklı etkileşimi gevezeliğinden çok farklı bir şey gerekiyordu. Bunun için, kendiliğindenliğe karşı çılgınca bir mücadele gerekliydi, ve ancak uzun, çok uzun yıllar verilen bu mücadelenin sonucu olaraktır ki, Berlin'in işçi nüfusunun İlerleme Partisi'nin bir dayanağı olmaktan çıkıp, sosyal-demokrasinin en güçlü dayanaklarından biri haline gelmesi sağlanmıştır. Bu mücadele, (Alman hareketinin tarihini Prokopoviç, felsefesini ise Struve'den öğrenen kimselerin zannedebileceği gibi) bugün de son bulmuş değildir. Bugün de Alman işçi sınıfı, deyim yerindeyse, çeşitli ideolojilere parçalanmıştır: İşçilerin bir bölümü katolik ve monarşist işçi birlikleri içinde örgütlenmiştir; bir başka bölümü, İngiliz tradeunionizminin burjuva yandaşları tarafından kurulan Hirsch-Duncker'ci birlikler içinde, üçüncü bir bölümü ise sosyal-demokrat [burada sosyal-demokrasiyle dönemin devrimci sosyal-demokrasisi yani Marksist parti kastedilmektedir -b.n.] birliklerde örgütlenmiştir. Bu son bölüm diğerleriyle kıyaslanamayacak ölçüde büyüktür, ne var ki sosyal-demokrasi bu üstünlüğü ancak bütün öteki ideolojilere karşı şaşmaz bir mücadele yürüterek sağlamıştır ve ancak bu mücadeleyi sürdürerek üstünlüğünü koruyabilecektir." (Lenin, Ne Yapmalı?)
İşçi sınıfının devrimci kurmayını oluşturması da ancak oportünizme (ki bu da burjuvazinin işçi sınıfı içindeki etkisiyle eş anlamlıdır) karşı mücadele içinde kazanılabilecek bir davadır. Bu Leninizmin abc'sidir. Bütün oportünistler -doğal olarak- oportünizme karşı mücadele talî bir görev olmadığını, bir tür "yan uğraş" olmadığını, tam tersine, ilk zaferin oportünizme karşı kazanılması gerektiğini duyunca adeta şeytan çarpmışa dönerler ve mümkün olduğu kadar daraltılmış, büyük ölçüde veya tamamen ekonomik mücadeleye indirgenmiş "sınıf mücadelesi"nin öncelikli ve temel görev olduğunu söylerler. Çünkü bu şekilde anlaşılan "sınıf mücadelesi" işçi sınıfının doğrudan veya dolayı olarak burjuva siyasetinin kuyruğuna takılmasına engel olmadığı gibi çoğu durumda yardımcı olur.
"Peki ama —diye soracaktır okur— neden kendiliğinden hareket, en az direniş çizgisinde hareket, burjuva ideolojisinin egemenliğine yol açar? Şu basit nedenden ötürü ki, burjuva ideolojisi köken itibariyle sosyalist ideolojiden çok daha eskidir, daha çok yönlü gelişmiştir, ve sosyalist ideolojiyle karşılaştırılamayacak kadar çok yaygınlaşma olanaklarına sahiptir. Ve bu nedenle bir ülkede sosyalist hareket ne kadar gençse, sosyalist olmayan ideolojiyi sağlamlaştırmaya yönelik çabalara karşı mücadele o kadar enerjik yürütülmeli, işçiler "bilinçli unsura aşırı değer biçilmesi"ne vs. karşı yaygara koparan kötü danışmanlara karşı o kadar kararlı uyarılmalıdır." (Lenin, Ne Yapmalı?)
Günümüz Türkiye'sinde her renkten ve her boydan, şoven, sosyal-şoven, dinci ve reformist vb. sendikalar vardır, ama Lenin'in sözünü ettiği türden uzun ve kararlı bir mücadele sonucunda burjuvaziden ve burjuva ideoloji ve akımlardan tamamen bağımsızlaşmış, militan sınıf mücadelesi yürüten sendikalar yoktur ya da varsa bile çok zayıftır. Her bir konfederasyonun siyasal planda belli bir büyük burjuva partisinin işçi kolu gibi hareket ettiği de her sınıf bilinçli işçinin mâlumudur. Her bir konfederasyonun başında belli bir süre kalma becerisi gösterenlerin bir sonraki seçimlerde milletvekili koltukları şimdiden ayrılmış durumda, onlar da bunu bilirler ve buna göre bir "mücadele" verirler. Önce "içimizdeki düşman"a, işçi sınıfının dostu görünüp sınıfı burjuva politikasının, a veya b büyük burjuva partisinin kuyruğuna takma görevini bilinçli olarak üstlenmiş olanlara karşı mücadele verilmelidir.
Türkiye'de işçi hareketi içinde (açıkça veya sol, sosyalist maskeli olarak) proleter sosyalist-olmayan ideolojilerin ezici şekilde hakim olduğu bir sır değildir. O yüzden bizde "oportünizme karşı mücadele talî, ikincil bir meseledir, bunu başlıca görevlerden biri haline getirmemek gerekir, esas ve öncelikli olan burjuvaziye karşı (ekonomik) mücadeledir" vb. diyen bu tür kötü akıldanelere karşı özellikle uyanık olmak gerekmektedir.
13 Mart 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder