"Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona 'ayaklan' demeyen alçaktır." (Maximilien Robespierre)
Ama bunun sonu yok, devlet orada bütün lüzumsuzluğuyla ve hatta engelleyiciliğiyle dururken, onu görmezden gelip her şeyi yurttaşların sivil inisiyatifleriyle yapması ne mantıklı ne de mümkündür. Her şeyi halk yapacaksa devlet de gerçekten "halk"ın, daha doğrusu onun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiler ve emekçilerin çıkarlarına hizmet eden bir devlet olmalıdır. Her konuda bütün sorumluluğu biz, sıradan, hiçbir yetkisi olmayan yurttaşlar almak zorundaysak ve devletten hiç destek beklemeyeceksek bu devleti tanımamalıyız, daha da ötesi bu devlet bize engel olacaksa onu ortadan kaldırmalı ve kendi devletimizi kurmalıyız. Fakat bu devletin yeniden bu şekilde yozlaşmasını, sadece holdinglere, müteahhitlere, banka sahiplerine, otel patronlarına, silah üreticilerine vb. hizmet eden, sadece banka kasalarına ve sadece zenginlerin hayatına değer veren bir devlet olmasını (ki özünde her zaman öyleydi, zamanla sadece her şey daha da utanmaz ve örtüsüz bir biçim aldı) engellemek için gerekli önlemi de en başından almalıyız.
Bunun için anlamamız gereken ilk şey, "halk" dediğimiz kitlenin "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle" olmadığı gerçeğidir. On binlerce insan enkaz altındayken eğlence fotoğraflarını paylaşan Akbank (halkın ezici çoğunluğu sefalet çekerken %500'lere varan kâr yaptığını açıklayan çok sayıda bankadan biri) sahibi, Malta vatandaşı Suzan Sabancı ve onun mensup olduğu bir avuç insandan oluşan zenginler sınıfı ile aynı bankanın depremde ölen çalışanlarının çıkarları aynı değildir. "Halk"ın ezici çoğunluğunu oluşturan dar gelirli, yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşayan yurttaşların çıkarlarını gerçekleştiren bir devlet kurmak için bu geniş kitlenin işçi sınıfının önderliğinde birleşmesi ve mevcut düzeni baştan aşağıya yıkması zorunludur.
İşçi Sınıfının Kurtuluşu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder