Burjuva ve küçük-burjuva kliklerin Kemalizmin mirasını paylaşma kavgalarından bir sahne...
Artık İslamcısından liberaline, hatta "sosyalist" ve "komünist" iddialı olanlara kadar herkes Kemalist oldu! Anlaşamadıkları başlıca nokta kimin daha gerçek Kemalist olduğu, kimin "Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasına daha layık" olduğu.
Her burjuva veya küçük-burjuva çevre, burjuva-Kemalist "cumhuriyetin kazanımları"nı en iyi kendisinin temsil ettiğini iddia ediyor ve diğerlerini yeterince "cumhuriyetçi" ya da “Gazi kadar millici” bulmuyor.
İslamcı-Türkçü karması hükümetimiz “Atatürk” dönemindeki sanayi hamlesinin (en başta da bağımsız bir savaş sanayisi geliştirme hedefinin), hakeza Antakya’nın ilhakının ve Musul-Kerkük ile ilgili projelerin işaret ettiği emperyalist çizginin sonrakiler tarafından sürdürülmediğini ve baltalandığını, kendilerinin ise onun bıraktığı yerden devam ettiklerini söylüyor. Düne kadar post-Kemalizmin (Kemalizmi islamcılarla ittifak yaparak tarihin çöplüğüne atmanın ve onlarla birlikte sözümona 1.’sine göre daha demokratik olacak 2. burjuva cumhuriyetini kurma hayallerinin) şampiyonluğunu yapan liberaller, şimdi "post-post-Kemalizm"i teorize etmekle, Kemalist cumhuriyetin daha önce gözden kaçırdıkları olumlu yönlerini yeniden keşfetmekle ve halkımıza açıklamakla meşguller. "Sosyalist" ve "komünist" iddialı Kemalistlerimiz ise burjuva cumhuriyetin her gün yeni bir "kazanım"ını ve erdemini keşfederek, bu konuda öncülüğü kimseye bırakmak istemiyorlar.
Yalnızca sınıf ve tarih bilinçli gerçek proletarya sosyalistleri (komünistler) şu temel gerçekleri hatırlatmaktan vazgeçmiyorlar ve -devrimci hareketin geriye düştüğü her dönemde olduğu gibi- küçük-burjuva "sol" cenahtan burjuva ideolojisiyle uzlaşma rüzgarları ne kadar sert eserse essin, hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir:
Burjuva cumhuriyetten (özellikle de en fazla idealize edilen Kemalist tek parti diktatörlüğü döneminden),
İşçilerin ve yoksul köylülerin payına düşenler:
- Kesintisiz bir yoksulluk ve sefalet,
- Her türlü siyasal ve sendikal örgütlenmenin yasaklanması,
- Grev ve direnişlerin zorla, yeri geldiğinde kanla bastırılması,
- İşçi sınıfının siyasal ve sendikal örgütlülüğünü geliştirmeye çalışan bütün güçlerin acımasızca ezilmesi (kısacası faşizm);
Ezilen ulusların payına düşenler:
- Sonu gelmeyen kitlesel katliamlar, "tedip ve tenkil" ("yola getirme ve ibret olsun diye cezalandırma") harekatları,
- Ulusal varlıklarının inkar edilmesi, dillerinin yasaklanması,
- Sürgünler, zorla iskan ve nüfus mühendisliği uygulamaları,
- Zorla Türkleştirme,
olmuştur.
Buna karşın cumhuriyetin kurucusu ve sahibi olan Türk burjuvazisinin payına düşenler ise şunlardır:
- Osmanlı feodal devleti altında gelişmesini engelleyen siyasal koşullardan tamamen kurtulmak,
- Emperyalizmle daha sıkı ilişki kurmayı başarmış olan "gayrı-müslim" burjuvazinin rekabetinden kurtulmak ve bunların sermayelerinin Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan zorla Türkleştirilmesinin sürdürülmesi ve tamamlanması,
- İşçilerin sürekli geçim düzeyinin altında, çoğu zaman açlık sınırının altında tutulan ücretlerle sömürülmesi yoluyla; köylülerin ürünlerinin ucuza kapatılması, bankalara borç köleliği hatta angarya (zorla çalıştırma) yoluyla; bütün emekçi sınıfların ağır vergilerle soyulması yoluyla; en adi cinsinden savaş ve kriz vurgunculuğu ile ve benzer yollarla kapitalizmin gelişmesi için gerekli olan temel sermaye birikiminin ve altyapıların görece hızlı şekilde oluşturulması,
- Başından beri en güçlü sermaye sahiplerinin tekelci tarzda örgütlenmesinin devlet tarafından mümkün olan her yoldan ve elindeki bütün araçlarla teşvik edilmesi (bkz. örn. İş Bankası),
- Feodal dönemden kalan son sömürge olarak Kürdistan'ın sömürge statüsünün korunması ve daha da pekiştirilmesi, onun zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının burjuvazinin sömürüsüne açılması ve yapılan yatırımlarla Kürdistan'ın sömürüsüne gittikçe artan şekilde kapitalist bir içerik verilmesi, bununla yetinilmeyerek her fırsatta yeni toprakların ele geçirilmesi ve yeni bölgelerin kontrol altına alınması (tek parti döneminde Antakya'nın ilhakı, 1974'te Kıbrıs adasının kuzeyinin, günümüzde Suriye’nin geniş bölgelerinin işgali ve fiili ilhakı. Hakeza Irak'ta, Libya'da ve bazı Afrika ülkelerinde çok sayıda askeri üs bölgelerinin elde edilmesi. Tüm Türkiye ve dünya halklarını tehlikeye atacak ve yeni bir dünya savaşı tehlikesini arttıracak şekilde dünyanın emperyalist yeniden paylaşım mücadelesine Türk tekelci burjuvazisi adına gittikçe daha pervasızca dahil olunması.)
Burjuva cumhuriyetin işçi sınıfına, proleter-olmayan emekçi yığınlara, ezilen uluslara ve bütün bu kesimleri ezen ve sömüren mülk sahibi sınıflara getirdikleri, temel olarak bunlardır. Bu yüzden tekelci burjuvazinin temsilcilerinin burjuva cumhuriyet ve özellikle onun kurucu dönemi olan Kemalist tek parti diktatörlüğü dönemi için "olmasaydın olmazdık" demeleri son derece anlaşılabilirdir. Fakat işçi sınıfı ve sosyalizm adına konuşan bazı partilerin (T"K"P, TİP, Sol Parti, EMEP vb.) "cumhuriyetin kazanımları" edebiyatı yaparken bu temel gerçekleri unutmaları veya geçiştirmeleri, onların gerçekte hangi sınıfa hizmet ettiklerini ortaya koymaktadır.
Bugüne kadar başka bir şey için çalıştınız mı ki Bay Okuyan?
Kemalizme meftun sözde "sosyalist" ve "komünist" partiler, her resmi Kemalist bayram günününde, Kemalizmin devlet ve kapitalist tekeller tarafından dört koldan yapılan propagandasını "yetersiz" bularak onunla yarışan kendi militan Kemalizm propagandası kampanyaları için bütün olanaklarıyla seferber oluyorlar. Buna karşı gerçek komünistler ve bütün sınıf ve tarih bilinçli güçler de, aynı günleri, resmi burjuva devlet ideolojisi olarak Kemalizmin sınıf temellerini, oportünist "sosyalist"lerimizin özellikle idealize ettikleri, burjuva cumhuriyetin bir tür "asr-ı saadet"i olarak gördükleri Kemalist tek parti diktatörlüğü döneminin işçi ve emekçi sınıflar ve ezilen halklar açısından gerçekte ne anlama geldiğini, günümüzün burjuva hükümetlerinin gericiliğiyle Kemalist tek parti döneminin işçi, emekçi, ezilen halk düşmanlığı arasındaki tarihsel sürekliliği vb. gerçekleri bıkıp usanmadan anlatmak için bir fırsat olarak görmeliler. Ülkemizde oportünist akımların devrimci güçlerden çok daha örgütlü oldukları, burjuvazi tarafından da açık veya örtülü binbir şekilde desteklendikleri ve bunun sonucunda devrimci güçlere göre çok daha geniş olanaklara sahip oldukları göz önünde bulundurularak, Kemalist ideolojiyle temel olarak sınıf ve tarih bilinçli bir temelde mücadele etmeyi görev olarak gören bütün güçler -aralarındaki nüansları koruyarak da olsa- resmi burjuva devlet ideolojisine ve onun sözümona "sol"dan tamamlayıcılarına karşı bu tür bir "karşı kampanya" için güçlerini birleştirmekten, ortak kampanyalar, forumlar örgütlemekten, ortak yayınlar yapmaktan vb. asla geri durmamalıdır. Bu mücadele özünde öteden beri işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin bilincini bulandırmak ve karartmak isteyenlerle, tam tersine bu bilinci geliştirmek ve devrimcileştirmek isteyenler arasındaki mücadeledir.
İşçi Sınıfın Kurtuluşu