TEKEL Direnişi, başka önemli gerçeklerin yanı sıra, "demokrasi mücadelesi" adına konuşma hakkını kimselere bırakmayan liberal denen yazar-çizer takımının, işçi sınıfı hareketine karşı konumunu da, daha geniş bir kesimin gözünde açıklığa kavuşturdu.
Kapitalizm koşullarında "demokrasi" bir avuç zengin ve ayrıcalıklı insan için demokrasidir ve en geniş ezilen ve sömürülen kitleler için ise siyasal bağımlılık demektir. Geniş kitleler için yalnızca 4-5 yılda bir önüne sermaye tarafından konulan seçeneklerden birini "seçme özgürlüğü"nden ibarettir, seçenekleri belirleyenler ise bu bir avuç insandır. Liberallerin hararetle savundukları "demokrasi" de işte bu kapitalist demokrasidir.
Herkese ders vermeyi pek seven ve her konuda kendilerini tartışmasız otorite kabul eden emperyalizmden "Taraf" liberal ideologlara inanırsak Türkiye tarihindeki gelmiş geçmiş en büyük "demokrasi kahramanı", işçi düşmanı sıfatını 12 Eylül'den önce yönetiminde bulunduğu sermayenin bir saldırı örgütünün (MESS) başında işçilere karşı yürüttüğü azgın mücadeleyle, deyim yerindeyse "bileğinin hakkıyla" hak etmiş olan Özal'dı. Bu yüzden bizim liberallerin demokrasi mücadelesi tarihinde işçi sınıfının mücadelelerinin fazla bir yeri yoktur. Özellikle de bu mücadeleler liberallerin politik gündemleriyle ve amaçlarıyla örtüşmüyorsa ve sermayenin çıkarlarını tehdit edebilecek olan proletaryanın bağımsız sınıf gündemini ön plana geçirme potansiyelini ortaya koyuyorsa, liberal yazarların yazılarının satır aralarından düşmanlık ifadeleri okunmaya başlar.
TEKEL Direnişi’nin başlarında liberal yazarlar ("sol" hatta "sosyalist" iddialı olanlar da dâhil olmak üzere) işçilerin CHP'nin ve "ulusalcı" söylemin şoven mesajlarıyla belli bir odağın kuyruğuna kolayca takılabileceklerini düşünüyorlardı. İşçilere karşı sınıf düşmanlıklarını "demokrat" maskelerini fazla aralamadan dile getirebilmek için bütün demagoji yığınaklarını da buna göre hazırlamışlardı. Zaten işçiler ve sol artık "ulusalcı" olmuştu, enternasyonalizmi günümüzde ABD ve Alman, Fransız, İngiliz emperyalizmleri temsil ediyordu(!) Ama bekledikleri olmadı. Türkiye'nin dört bir yanından gelen işçiler bir araya gelmenin ve birlikte mücadele etmenin yol açtığı bilinç uyanışıyla, burjuva eğitiminin, medyasının ve politikacılarının sistematik olarak şırıngaladığı şoven, milliyetçi önyargıları hızla aşma yolunu tuttular.
Örneğin bir TEKEL işçisi şöyle diyordu: "Biz burada kardeşliği gördük. Kürdü, Alevisi, Lazı, Çerkesi hepimiz burada tekiz. Tayyip açılım diyor. Gelsin de açılım neymiş görsün. Ne yalan söyleyeyim buraya gelene kadar Kürd arkadaşlara önyargım vardı. Ama bakın (üstündeki Diyarbakırspor atkısını göstererek) şimdi omuz omuzayız ekmeğimiz için. Tayyip oyalamasın açılım-maçılım diye. Birlik olursak biz açılım yapacağız Tayyip’e." (bkz. İŞÇİ BİRLİĞİ, sayı 3, s.1) Benzer sözler kendilerine mikrofon uzatılan bütün işçilerin ağızlarından dökülüyordu. Bu tabloda, "Bölge"nin koşulları içinde devlete karşı mücadele etmenin ne demek olduğunu her günkü deneyimlerinden çok iyi kavramış, kavramak ve öğrenmek zorunda bırakılmış olan Kürt işçilerin, hiç böyle bir deneyimi olmayan diğer işçilere moral öncülük etmesinin büyük bir payı vardı. Bu aynı zamanda Türkiye'deki şoven siyasal sistemi temelden sarsıp devrimci biçimde dönüştürme potansiyeline gerçekten sahip olan tek sınıfın hangisi olduğunu gösteriyordu. Gelin görün ki şovenizme karşı mücadelede son derece iddialı olan sağlı-"sol"lu liberal şöhretlerin hiçbiri bu tablonun ne anlama geldiğini yorumlamak istemediler. Çünkü bu onların sınıfsal konumlarını açığa vuruyor ve kitlelerin önüne umut olarak sürdükleri sahte açılım politikalarının çıkarlarına hizmet etmiyordu.
Yusuf Özçelik
*Bu yazı ilk kez İşçi Birliği gazetesi, Sayı 4'te yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder