"Devrimci Proletarya" (bundan sonra kısaca DP olarak anılacak) çevresine göre:
"Sistemin tüm iç çelişkileri proletarya-burjuvazi uzlaşmaz karşıtlığında toplanmakta, uzlaşmaz sınıf çelişkisini de yoğunlaştırmaktadır." (DP, sayı 2, s. 34)
Bunun sonucunda örneğin emperyalizmle ezilen uluslar arasındaki çelişkiler "önceki önemini" yitirir:
"Kapitalist emperyalist sistem, gelişiminin bu üst aşamasında sınıfsal çelişkileri büyüttüğü ve giderek uzlaşmaz kıldığı gibi, varolan toplumsal çelişkilere yenilerini de ekleyerek büyütmekte ve şiddetlendirmektedir. Bununla birlikte önceki dönemde daha önde ve belirleyici olan bazı çelişkiler, feodallerle köylülük çelişkisi ve bu çelişkinin yarı feodal biçimlenişleri, emperyalizmle ezilen uluslar arasındaki çelişkiler önceki düzey ve konumlarını kaybetmektedirler." (DP sayı 1, s. 43)
Feodal ilişkiler kapitalizm tarafından tasfiye edildikçe (bu ister devrimci yoldan, ister daha acılı reformist yoldan, "Prusya tarzında" olsun) feodallerle köylüler arasındaki çelişkiler giderek ortadan kalkar, fakat bu köylülük sorunun önemini yitirmesi anlamına gelmek zorunda değildir, zira bu sefer de orta ve özellikle de küçük köylülüğün kendilerini yıkıntıya uğratmakla tehdit eden, özellikle küçük ve çok küçük mülk sahibi köylülüğün ezici çoğunluğunun çoğu zaman proleterlerden bile daha ağır yoksulluk koşullarına iten kapitalizmle şiddetli çelişkileri ortaya çıkar. Kapitalizmin tekelci aşamaya geçmesi açıktır ki bu çelişkileri azaltmaz, daha da şiddetli hale getirir. Böylece köylü sorunu ve genelde de orta katmanların kazanılması sorunu, proleter devrim ve proletarya diktatörlüğü genel sorununun bir parçası haline gelir.
"İkinci Enternasyonal partilerinin köylü sorunu karşısındaki kayıtsız, hatta bazen doğrudan olumsuz tavırları, yalnızca Batı'daki özgül gelişme koşullarıyla açıklanamaz. Bu herşeyden önce, bu partilerin proletarya diktatörlüğüne inanmamalarıyla, devrimden korkmalarıyla ve proletaryayı iktidara getirmeyi düşünmemeleriyle açıklanır. Ama her kim ki devrimden korkuyorsa, proletaryayı iktidara getirmeyi düşünmüyorsa, proletaryanın devrimdeki müttefikleri sorunuyla da ilgilenemez - onun için müttefikler sorunu, kayıtsız kalınacak bir sorundur, güncel bir sorun değildir. İkinci Enternasyonal kahramanlarının köylü sorununda takındıkları alaycı tavır bir görgü kuralı, "gerçek" Marksizmin işareti sayılır. Gerçekte ise bunda Marksizmin zerresi bile yoktur, çünkü proletarya devriminin arifesinde köylü sorunu kadar önemli bir sorunda kayıtsızlık, proletarya diktatörlüğünü reddetmenin öteki yüzü, Marksizme doğrudan ihanetin kuşku götürmez bir belirtisidir." (Stalin, Leninizmin Temelleri Üzerine, 1924, vurgular bize ait)
DP'nin kent ve kır küçük-burjuvazisinin en geniş ezilen ve sömürülen kesimlerinin müttefikliği sorununa bakış açısı da tam olarak böyledir. Proleter devrim olgusunu Amerika kıtasını yeniden keşfeder gibi yeni keşfeden DP de, heyecanını bastıramayarak ve herkesten daha keskin "proleter devrimci" olma kaygısıyla aynı 2. Enternasyonal partilerinin yaptığı gibi proleter devrimde küçük-burjuvazinin önemli bir müttefik olmasından söz etmenin kişiyi Marksist olmaktan çıkaracağını zannediyor.
Emperyalizmle ezilen uluslar arasındaki çelişkiler de - Lenin'in "emperyalist ekonomistlere" ve benzerlerine karşı bıkıp usanmadan hatırlattığı gibi - tekelci kapitalizmin (emperyalizmin) gelişmesiyle azalmayıp muazzam derecede şiddetlenir. Büyük emperyalist devletlerin küçük ve zayıf uluslara giderek daha şiddetli şekilde saldırması, ilhak savaşları yürütmesi ve onların da güçlü ulusal direniş hareketleri ve ulusal kurtuluş savaşları biçiminde buna yanıt vermeleri biçimini alır. Bugün Irak'ta, Afganistan'da, Somali'de, Bahreyn'de, Haiti'de, Fildişi Sahilleri'nde, Mali'de ve daha pek çok yerde gördüğümüz şey de tam olarak budur. Yani günümüzün somut gerçekliği bu noktada da emperyalist ekonomistlerin, Kautskycilerin, Troçkistlerin ve diğer revizyonistlerin temelsiz, hayalî teorilerini değil Marksizm-Leninizmi doğrulamaktadır.
Şayet DP'nin "sistemin tüm iç çelişkileri proletarya-burjuvazi uzlaşmaz karşıtlığında toplanmakta, uzlaşmaz sınıf çelişkisini de yoğunlaştırmakta" olduğu saptamasından kastettiği ulusal kurtuluş savaşları sorununun çağımızda genel proleter dünya devrimi sorununun bir parçası haline geldiği olsaydı (bunda "yeni" hiçbir şey olmaması dışında) hiçbir Marksistin bu saptamaya itirazı olmazdı. Fakat onun buradan vardığı sonuç tam tersine, aynı bir zamanlar "emperyalist ekonomistlerin" savunduğu gibi, tekelci kapitalizm geliştikçe ulusal sorunun. dolayısıyla ulusal kurtuluş savaşlarının giderek önemini yitireceği ve arka plana itileceği şeklindedir.
Aynı anlayışı şu satırlarda da bulmak mümkün:
"Dünya sosyalist devrimi ve evrensel komünizm programımızdır. Emperyalist kapitalizmin son 50-60 yıllık döneminden farklı olarak girilen tarihsel dönemi karakterize edecek olan ulusal kurtuluş devrimleri, demokratik halk devrimleri değil proleter sınıf savaşımı ve sosyalist proletarya devrimleri olacaktır." (DP, sayı 2, s. 58)
Burada da sorun "proleter devrimler mi, ulusal kurtuluş devrimleri mi" şeklinde konmaktadır. Oysa çağımızın yani "emperyalizmin ve proleter devrimler çağı"nın son 50-60 yıllık dönemini ve öncesini (en azından Ekim Devriminden itibaren) karakterize eden proleter devrimler ve ulusal kurtuluş savaşlarıdır. İkisi arasında bir dışlayıcılık değil, bir tamamlayacılık ilişkisi vardır. Büyük Ekim 1917 Devrimi yüzyıl boyunca devam eden bütün ulusal kurtuluş mücadelelerine muazzam, etkileri bugün bile devam eden bir itilim vermiştir ve çağımızda ulusal kurtuluş savaşlarının proleter dünya devrimi sorununun bir parçası haline geldiği Leninist öğretisini kesin olarak kanıtlamıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sınıfsal kurtuluş hareketleriyle ezilen ve sömürülen ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri emperyalizme karşı ortak bir cephe kurarak mücadele etmeyi başardıkları her durumda iki hareketin gelişmesi birbirini güçlendirmiştir ve bu ilişki koptuğunda her iki hareket de güçsüzleşmiş, yozlaşmış ve burjuvalaşmıştır. 20. yüzyıl Marksizmin bu temel öğretisinin tekrar tekrar hem dolaysız, hem de tersinden doğrulanmasının mükemmel örneklerini bize vermiştir. Günümüzde daha çok "tersinden doğrulama" (yani her iki hareketin birbirinden büyük oranda kopukluğu ve bundan kaynaklanan güçsüzlükleri) sözkonusuysa da bu öğretinin geçerliliği bütün güncelliğini korumaktadır.
Devam edelim;
"Daha gelişkin proleter devrimler ve sosyalizmin koşulları, kapitalizmin bugünkü tekelci gelişme düzeyinde, sınıfsal-toplumsal sorun ve çelişkilerinin tarihsel gelişiminde ve ancak dünya komünist devrimiyle çözülebilecek boyutlanmasında bulunmaktadır. Birbirinden yalıtık ve kapalı ekonomilerin çözülmesi, sermayenin küresel temelden birikime geçişi, sermayenin tekelci yoğunlaşma, kaynaşma ve merkezileşmesinin küresel ölçekli tekelleri ortaya çıkarması, üretim dallarının, ekonomilerin, toplumların, kültürlerin, ulus ve devletlerin iç içe geçişiyle entegrasyon düzeyinin yükselmesi, üretim ve emeğin de küresel temelden organize edilip toplumsallaşması, proletaryanın savaşımının ve proleter devrimlerin artık biçim olarak da ulusal olmaktan çıkıp enternasyonalist ve küresel temelden örgütlenmesinin koşullarını ortaya çıkartmaktadır.
Proletaryanın dünya çapında küçük burjuvaziyi nicel olarak geride bırakması, kolektif emekçi karakterinin gelişimi, mülksüzleşme ve yarı-proleter karakteri ağır basan geniş kent ve kır yoksulları kesimlerinin proletaryanın yakın bağlaşığı haline gelerek toplumsal güç ve niteliğini artırması, kapitalizmin küresel tekelci ölçekten doğurduğu tüm sorun ve çelişkilerin uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ekseninde toplanması, görülmemiş kapsam ve şiddetteki proleter devrimlerin, görülmemiş gelişkinlikte sosyalist inşa süreçlerinin dayanaklarını oluşturmaktadır. Emperyalist kapitalizmin iç entegrasyonunun yükselmesinin, aynı zamanda onun eşitsiz, sarsıntılı, kesinti ve yıkımlarla gelişebilme özelliğini derinleştirmesi, genel krizine yeni bir biçim ve boyut kazandırması ise, proleter devrimlerin ve sosyalizmin inşasının tek tek ülkelerle sınırlı kalmayıp, bölgesel ve zincirsel gelişmesinin, sosyalist dünya devrimine doğru sıçramalarla yaygınlaşıp ilerlemesinin tarihsel olanaklarını da güçlendirmektedir." (DP, sayı 2, s. 58-59)
Bütün bunlar "Leninist zayıf halka ve eşitsiz gelişim diyalektiğine dayanan tek ülkede sosyalizm teorisi, günümüzde, sosyalist devrimin evrensel temeli ile güçlenen bağlantısı içinde günceldir" başlığı altında yazılıyor! Ama burada açıkça "eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme, kapitalizmin mutlak yasasıdır. Böylece, sosyalizmin zaferi, önce birkaç, ya da hatta yalnızca bir tek kapitalist ülkede olanaklıdır" şeklindeki Leninist tek ülkede sosyalist devrim ve sosyalizmin inşası öğretisinden, Troçkist "bölgesel, zincirsel" vb. olarak gelişen "dünya devrimi" teorisine mükemmel bir "sıçrama" yapılmaktadır. Yani DP teorisyenleri aslında şunu söylemek istiyorlar da açık konuşmaya dilleri varmıyor: Tekelci kapitalizmin gelişmesinin günümüzde geldiği nokta, emperyalizm-ezilen uluslar çelişkisini arka plana ittiği gibi, farklı ülkelerdeki devrimlerin eş zamanlı gelişmesini engelleyen veya çok istisnai kılan eşitsiz gelişmeyi arttırmadığı gibi azaltır. Bu noktada da DP Marksizm-Leninizmin tam zıddı yönde hareket etmekte ve bu da onu mahçup bir Troçkizme sürüklemektedir.
DP'nin söze sureti haktan görünerek başlayıp, sözden tam yüz seksen derece ters bir noktadan çıkma konusundaki eşi görülmemiş başarısı hayret verici boyutlardadır. Günümüzde Leninist eşitsiz gelişim ve tek ülkede sosyalizm teorisi günceldir, eşitsiz gelişim artmakta ve şiddetlenmektedir ama bunun sonucu, devrimin eş zamanlı, bölgesel, zincirsel, bir çırpıda dünya devrimine sıçramalı vb. gelişiminin olanaklarının artmasıdır! Yani Lenin'le aynı çıkış noktasından (emperyalizm çağında eşitsiz gelişmenin arttığı) Lenin'in vardığı sonucun tam tersi bir sonuca varılmaktadır, eş zamanlı veya ardarda gelişen devrimlerin olasılığının artmasına!
Bu teori en son Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde birbiri ardına patlak veren halk hareketleri sürecinde yeni bir "yaşam atılımı" gösterme fırsatı buldu. Burjuva ve troçkist teorisyenler hep bir ağızdan bütün bu hareketlerin "peşpeşe yıkılan domino taşları gibi" birbirini izleyeceği ve heryerde benzer sonuçlara yol açacağı teorisini savunmaya koyuldular. Kimi troçkist yazarlar bunun bir tür "Arap 1848'i" olduğunu kanıtlamak üzere cilt cilt kitaplar bile yazdılar. Gerçekten her şey domino teorisini (hareketlerin ve devrimlerin eşit gelişme teorisi de diyebilirsiniz) doğruluyormuş gibi görünüyordu. Peki ne oldu? Birbirine ekonomik, sosyal ve siyasal koşulları çok benzer görünen ülkelerin hepsinde peş peşe patlak veren halk hareketleri kapitalizm koşullarında zorunlu olan eşitsiz siyasal gelişmeden dolayı neredeyse her birinde farklı sonuçlara yol açtı ve zamanla farklar azalmayıp daha da arttı. "Dominosal, bölgesel, zincirsel, ardarda devrimci gelişme" teorisyenleri bundan bir şey öğrendiler mi? Tabii ki hayır!
Öte yandan (yine 2. Enternasyonal oportünizminin tüm varyasyonlarında görüldüğü gibi) proletarya ve küçük-burjuvazinin rolü bunların toplumdaki "nicelikleri" bakış açısından ele alınmakta, bununla da kalınmayarak yeni bir şey keşfedercesine "yarı-proleter karakteri ağır basan geniş kent ve kır yoksulları kesimlerinin proletaryanın yakın bağlaşığı haline gelmesinden" söz edilebilmektedir. Yarı-proleter nitelikli kent ve kır yoksulları proletaryanın zaten dolaysız bir müttefikidir, burada da gerçekte yeni olan hiçbir durum yoktur. DP'nin temel sorunu proletaryanın temel sınıf müttefikinin tanımlanması değil kent ve kır küçük-burjuvazisinin emekçi kesimlerinin proletaryanın temel bir müttefiki olmaktan çıkarılmasıdır. "Kolektif emekçi karakterinin gelişimi"yle ise DP teorisyenlerinin zamanında "Devrimci Proletarya ve Kolektif İşçi Bilinci" gibi broşür ve yazılarında geliştirdikleri, farklı ara sınıf ve katmanları modern proletaryayla birlikte "kolektif proletarya" veya "kolektif işçi sınıfı" kategorisi altında birleştirerek modern proletaryaya alternatif bir öncü sınıf yaratma teorisi kastedilmektedir. Modern proletaryanın yerine "toplumsal proletarya", "tarihsel proletarya", "kolektif proletarya" vb. yeni ve tamamen hayalî "proletarya" tanımlarının konulması günümüzün yaygın küçük-burjuva modalarından biridir. Böylece DP teorisyenleri tarafından sözümona önemini yitirdiği için arka kapıdan kovulan küçük-burjuvazi, ön kapıdan geri dönmektedir - hem de yakasında "kolektif proletarya" rozetiyle, yani proletaryanın bir müttefiki olmanın da ötesinde proletaryanın kendisi veya onun bir parçası olarak! Bir başka deyişle DP küçük-burjuvaziyi önemli bir müttefik sınıf olarak atıyor ve "kolektif proletarya" kılığında öncü sınıf olarak (veya öncü sınıfın ayrılmaz bir parçası olarak) geri alıyor.
Şimdi de Leninizmin sorunu nasıl koyduğunu görelim:
"Proletarya diktatörlüğü, eğer bu Latince, bilimsel, tarihi-felsefi terimi daha basit bir dile çevirirsek, şu demektir: Ancak belli bir sınıf, yani kent işçileri ve genelde fabrika işçileri, sanayi işçileri; sermayenin boyunduruğunu silkip atma mücadelesinde, bizzat bu silkip atma süreci içinde, zaferi koruma ve sağlamlaştırma uğruna mücadelede, yeni, sosyalist toplum düzenini yaratmada, sınıfları tamamen ortadan kaldırma mücadelesinin tümünde, tüm emekçi ve sömürülen kitlelere önderlik edecek durumdadır." (Bkz. Lenin, Seçme Eserler, C. 9, s. 469, vurgular bize ait)
Peki bu "tüm emekçi ve sömürülen kitleler"den kastedilen nedir? Bunun proletaryanın proleter devrimdeki ve proletarya diktatörlüğü altındaki sınıf müttefikleri sorunuyla bağlantısı nedir?
"Sorun şudur - bu ara katmanlar, ana güçlerden hangisine, proletaryaya mı yoksa burjuvaziye mi katılacaktır. Üçüncü bir olasılık olamaz; Marx'ın Kapital'ini okuyup da bunu anlamamış olan Marx'tan hiçbir şey anlamamıştır, sosyalizmden hiçbir şey anlamamıştır, aslında o körce burjuvazinin kuyruğunu takip eden bir zırcahil ve bir küçük-burjuvadır. Öte yandan, bütün bunları anlayan kişi, "özgürlük" ve "eşitlik" üzerine boş cümlelerle aldatılamaz, tam tersine pratik şeyleri, yani köylülerle işçiler arasındaki yakınlaşmanın somut koşulları, onların kapitalistlere karşı ittifakının, onların arasında sömürücülere, zenginlere ve vurgunculara karşı anlaşmanın somut koşulları üzerine düşünür ve söz söyler.
Proletarya diktatörlüğü, emekçilerin öncüsü proletarya ile, emekçilerin proleter olmayan çok sayıdaki katmanları (küçük burjuvazi, küçük mülk sahipleri, köylülük, aydınlar, vb.) arasındaki, ya da bunların çoğunluğu arasındaki sınıf ittifakının; sermayeye karşı ittifakın, sermayeyi tamamen devirmek, burjuvazinin direncini ve onun restorasyon girişimlerini tamamen bastırmak amacıyla bir ittifakın, sosyalizmin kesin kuruluşunu ve sağlamlaştırılmasını amaçlayan bir ittifakın özel bir biçimidir." (Lenin, Halkın Özgürlük ve Eşitlik Sloganlarıyla Aldatılması, vurgular bize ait)
Buradan da anlaşıldığı gibi yalnızca kapitalizmi yıkma aşamasında değil:
- Kapitalizmin yıkılması mücadelesinde,
- Bizzat yıkılması süreci içinde,
- zaferi koruma ve sağlamlaştırma uğruna mücadelede,
- yeni, sosyalist toplum düzenini yaratmada, sınıfları tamamen ortadan kaldırma mücadelesi,
tarihsel aşamalarının tümünde emekçilerin proleter olmayan çok sayıdaki katmanlarının, yani orta katmanların çoğunluğu, proleter ve yarı-proleter katmanlarla birlikte modern sanayi proletaryasının (hayali "kolektif proletaryanın" değil) en önemli sınıf müttefiklerini oluşturur. O kadar ki proletarya diktatörlüğünün kendisi bu ittifakın "özel bir biçimi"dir. Ekim Devrimi ve SSCB'de sosyalizmin inşası Leninizmin bu teorisini mükemmel şekilde doğrulamıştır.
Bu yüzden;
"Kent ve kır küçük burjuvazisinin emekçi kitleleri sorunu, bu kitlelerin proletarya için kazanılması sorunu, proletarya devriminin son derece önemli bir sorunudur. Kent ve kır emekçi halkı iktidar uğrundaki mücadelede kimi destekleyecek, burjuvaziyi mi, yoksa proletaryayı mı, kimin yedeğini oluşturacak, burjuvazinin yedeğini mi, yoksa proletaryanın yedeğini mi — devrimin kaderi ve proletarya diktatörlüğünün sağlamlığı buna bağlıdır." (Stalin, Ekim Devrimi ve Rus Komünistlerinin Taktiği, vurgular bize ait)
Ve başka bir yerde Stalin orta katmanların kazanılması sorununun proleter devrim ve proletarya iktidarı bakımından canalıcı önemini daha da ayrıntılı olarak aydınlatıyor:
"Orta katmanlar sorununun işçi devriminin temel sorunlarından biri olduğuna kuşku yoktur. Orta katmanlar — bu köylülük ve kentin emekçi küçük insanlarıdır. Buna, onda dokuz orta katmanlardan oluşan ezilen ulusları da eklemek gerekir. Yani bunlar, ekonomik bakımdan tam da proletarya ile kapitalistler sınıfı arasında duran katmanlardır. Bu katmanların ağırlığı, iki husus tarafından belirlenir: Birincisi, bu katmanlar, varolan devletlerin nüfusunun çoğunluğunu ya da her halükârda hatırı sayılır bir azınlığını oluştururlar; ikincisi, bunlar kapitalistler sınıfının proletaryaya karşı ordusuna asker sağladığı önemli yedeklerdir. Proletarya, özellikle bizim Cumhuriyetler Birliği'miz gibi bir ülkede, orta katmanların ve en başta köylülüğün sempatisi, desteği olmadan iktidarı elinde tutamaz. Bu katmanlar en azından tarafsızlaştırılmadığı, kapitalistler sınıfından kopmadığı, ana kütlesi itibariyle hâlâ sermayenin ordusunu oluşturduğu durumlarda, proletarya iktidarı eline geçirmeyi ciddi olarak düşleyemez bile.
Fransa'daki 1848 Devrimi, başka nedenlerin yanısıra, devrim Fransız köylülüğünde olumlu yankı bulmadığı için yenilgiye uğramıştır. Paris Komünü, diğer nedenlerin yanısıra, orta katmanların, en başta da köylülüğün direnmesiyle karşılaştığı için başarısızlığa uğramıştır. Aynı şey, 1905 Rus Devrimi için de geçerlidir.
Avrupa devrimlerinin deneyiminden hareketle, başta Kautsky olmak üzere, bazı vulgar Marksistler, orta katmanların ve hepsinden önce köylülüğün, işçi devriminin doğuştan düşmanları olduğu, bundan dolayı, proletaryanın ulusların çoğunluğunu oluşturacağı bir gelişme dönemine —ki bu süre içinde işçi devriminin zaferinin reel önkoşulları yaratılmış olacaktı— kendini ayarlamak gerektiği sonucuna vardılar. Bu sonuca dayanarak, bu vulgar Marksistler, proletaryayı «zamansız» bir devrime karşı uyardılar. Bu sonuca dayanarak, «ilkesel mülahazalar»dan ötürü orta katmanları tamamiyle sermayeye terk ettiler. Bu sonuca dayanarak, bize Rusya'da-ki Ekim Devrimi'nin çökeceği kehanetinde bulundular ve buna Rusya'da proletaryanın azınlığı oluşturduğunu, Rusya'nın bir köylü ülkesi olduğunu, ve bu yüzden Rusya'da muzaffer bir işçi devriminin olanaksız olduğunu delil gösterdiler.
Karakteristik olan, bizzat Marx'ın, orta katmanları ve hepsinden önce köylülüğü bambaşka bir biçimde değerlendirmesidir. Vulgar Marksistler köylülüğe kayıtsız kalıp, onu tamamen burjuvazinin siyasi tasarruf yetkisine terk ederek, gürültülü bir şekilde «ilkesel tutarlılık»larıyla böbürlenirken, Marx, bütün Marksistler arasında ilkelere bağlılıkta en hassas olan bu Marksist, komünist partisine ısrarla, köylülüğü gözden yitirmemeyi, onu proletaryaya kazanmayı ve yaklaşan proleter devrimde onun desteğini sağlama almayı öğütlüyordu. Bilindiği gibi, Marx 50'li yıllarda, Fransa ve Almanya'da Şubat Devrimi'nin yenilgisinden sonra, Engels'e ve onun aracılığıyla Almanya'daki komünist partisine şöyle yazıyordu:
«The whole thing in Germany» (Almanya'da her şey), «to back the Proletarian revolution by some second edition of the Peasants war» (proleter devrimini Köylü Savaşı'nm bir tür ikinci baskısı ile destekleme) «olanağına bağlı olacaktır.»!
Bunlar, 50'li yılların Almanya'sı için; proletaryanın küçücük bir azınlık oluşturduğu, 1917 Rusya'sındakinden daha az örgütlü olduğu, köylülüğün, durumu itibariyle, proleter devrimi destekleme konusunda, 1917 Rusya'sında olduğundan daha az hazır olduğu bir köylü ülkesi için yazılmıştır.
Hiç kuşkusuz Ekim Devrimi, Mars'ın tüm «ilke» gevezelerine rağmen sözünü ettiği «köylü savaşı» ile «proleter devrimin başarılı birleşmesiydi. Ekim Devrimi bu birleşmenin mümkün ve gerçekleştirilebilir olduğunu ispatladı. Ekim Devrimi, proletaryanın, orta katmanları ve her şeyden önce köylülüğü, kapitalistler sınıfından koparmayı başarırsa, bu katmanları sermayenin yedeğinden proletaryanın yedeği haline getirmeyi başarırsa iktidarı ele geçirebileceğini ve elinde tutabileceğini ispatladı.
Kısacası: Ekim Devrimi, tüm dünya devrimlerinde ilk olarak orta katmanlar ve her şeyden önce köylülük sorununu önplana çıkardı ve II. Enternasyonal kahramanlarının bütün «teorislerine ve bütün yakınmalarına rağmen bu sorunu başarılı bir biçimde çözdü." (Stalin, Ekim Devrimi ve Orta Katmanları Sorunu, Eserler Cilt 5 içinde)
Ulusal sorunun tekelci kapitalizm geliştikçe proleter devrim bakımından önemini yitirdiğini iddia eden DP'nin hilafına, Stalin aynı şeyin ulusal sorun bakımından iki kere geçerli olduğunu gösterir. Zira ezilen milliyetlerin daha büyük bir kesimi "köylülerden ve kentin emekçi küçük insanlarından oluşmakla" kalmaz, "Ezilen milliyetler sadece köylülük ve kentin emekçi nüfusu olarak değil, milliyet olarak da, yani belirli bir milliyete mensup, belirli bir dili, kültürü, belirli yaşam tarzları, gelenekleri, âdetleri olan emekçiler olarak da ezilmektedir. Boyunduruğun bu çifte baskısı, ezilen ulusların emekçi kitlelerini devrimcileştirmeden edemez, onları baskının temel gücüne karşı savaşıma, sermayeye karşı savaşıma itmeden edemez. İşte proletarya, «proleter devrimi» yalnız «köylü savaşı» ile değil, aynı zamanda «ulusal savaş» ile de birleştirmeyi bu temel üzerinde başarmıştır." (Stalin, Ekim Devrimi ve Orta Katmanları Sorunu)
Ne yazık ki çiçeği burnunda proleter devrimci DP bu noktada da Marksizmi anlamayı başaramıyor, onu tepetaklak ediyor ve böylece proletaryayı hem "kent ve kırın küçük insanlarının" büyük bir bölümünün mücadelesinin, hem de ulusal kurtuluş mücadelelerinin yedek güçlerinden mahkum bırakmayı, daha tutarlı, daha katıksız Marksist olmak sanan İkinci Enternasyonal teorisyenlerinin şaşkınlığını "teoriyi güncel gerçekliğe uygun hale getirme" kılığında bir kez daha piyasaya sürmeye çalışıyor.
DP'nin yaklaşımının altyapısına baktığımızda ise küçük-burjuvazinin fiilen burjuva ve proleter kesimlere "yarıldığı" ve böylece toplumsal ve siyasal önemini yitirdiği görüşünün yattığını görüyoruz. Fakat DP bunu çok "ince" bir yöntemle, kendi eklektik görüşlerini, klasik Marksist öğretiyle harmanlayarak, onun satır aralarına sıkıştırarak yapmaktadır:
"Devrimin temel güçleri ve bağlaşım ilişkisi proletarya ile kent ve kır yoksulları olmakla birlikte, tekelci kapitalizmin yeni düzlemi ile karşıtlık barındıran, durumları sarsılan küçük burjuva kesimler proletaryanın bağlaşığı olmaktan çıkmamıştır. Kapitalizmin bir üst tekelci ölçekten gelişmesi, sarsıp çözdüğü küçük burjuva kesimleri onunla karşıtlaştırırken, kapitalist üretim ilişkilerinin genişleyip derinleşmesi ve küçük burjuvazinin geniş kesimlerini de daha doğrudan içine çekmesi, hiçbir zaman bağımsız bir ideolojik-siyasal varlığı ve vizyonu olmayan, her zaman uzlaşmaz karşıt iki sınıf arasındaki yalpalamalı ve eklektik durumuyla küçük burjuvazinin önceki devrimci önderlik iddiası ve hegemonyasının da, devrimin temel güçlerinden biri olarak varlığının da zeminini tümden kaydırmıştır. Küçük burjuvazinin sarsılan ve konum kaybeden kesimleri, tarihin kesin hükmü olarak ancak ve sadece yakınlaşacakları sınıfın, proletaryanın, fiili önderlik ve hegemonyasına bağlanarak, yalnız emperyalizm ve tekellere karşı değil, tekelci kapitalizme karşı savaşım içinde bir devrim gücü ve bağlaşığı olabilmesini koşullamıştır. Proletarya küçük burjuvaziye de, onu mücadele içinde ayrıştırarak yaklaşır. Proletaryaya düşen, sömürücü, kardan pay alan, burjuvazi ile kaynaşan yeni orta sınıf kesimlerine karşı uzlaşmaz karşıtlık, durumu sarsılan, konum kaybı içindeki kesimlerin ise reaksiyoner ve gerici tutumları ve proletarya içine yaydığı küçük burjuva bulanık etkilere karşı savaşım içinde, hegemonyasını onlar üzerinde kurmaktır. Proletarya, halen ağırlıklı olarak küçük burjuva alışkanlıklara vb. sahip olsa da, proleterleşme sürecindeki küçük burjuva kesimleri, üst orta sınıflardan; işçi köylüyü madrabaz köylüden, işçi öğrenciyi varlıklı öğrenciden, işçileşen vasıflı emekçileri (mühendis, eğitim ve sağlık emekçisi, vb.) kardan pay alan veya yönetim kademelerindeki beyaz yakalıdan, işçi emekçi Kürdü sermayeye sarılmış Kürtten, işçileşen küçük burjuvayı sömürücü küçük burjuvadan ayrıştırarak, birinciler üzerinde bağımsız fiili önderliği ve hegemonyasını kurarak ilerleyecektir." (DP, sayı 2, s. 104-105)
Burada "kent ve kır yoksulları mı, proletaryaya yakınlaşan küçük-burjuvazi mi" saçma ikilemi ve altı çizilen ifadeler bir yana bırakılırsa bütün söylenenler (kimi terminoloji sorunlarını bir yana bırakırsak) özü bakımından Leninist proleter hegemonya öğretisinin tekrar edilmesinden başka bir şey değildir. Kapitalizmin küçük üreticileri yıkıma uğratma ve bunların çok küçük bir bölümünü büyük burjuvazinin saflarına çıkarırken ezici kitlesini proletaryanın saflarına veya onunkine yakın hatta daha kötü yaşam koşullarına itmesi kapitalizmin ne hayali "üst tekelci aşamasına", ne gerçek tekelci aşamasına özgü olmayan, kapitalizmin başından beri varolan temel bir eğilimidir. Kapitalizmin tekelci aşamasında bu eğilim sadece daha da şiddetli hale gelir ve bu da sözkonusu yığınların proletaryanın müttefiki olmasının zeminini "kaydırmaz" veya "daraltmaz", tam tersine daha da güçlendirir. Ne var ki bu noktada da DP aynı tekelci kapitalizmin gelişmesi sorununa yaklaşımında olduğu kapitalizmin eğilimlerini tek yanlı olarak ele almakta, yalnızca küçük-burjuvazinin iki yöndeki sınıfsal ayrışmasını, yıkıma uğrama ve yok olma eğilimini görmekte, ama kapitalist ilişkilerin sürekli küçük-burjuva ara sınıf ve katmanları yeniden üretme eğilimini ise görmezden gelmektedir.
Günümüzde yalnızca Türkiye ve benzer gelişme seviyesindeki ülkelerde değil, en gelişmiş kapitalist ülkelerin bir bölümünde de kent ve kır küçük burjuvazisinin hâlâ nüfusun en azından "ihmal edilemeyecek bir azınlığını" oluşturmaya devam ettiği gerçeği, Marksist politik ekonominin kapitalizmin ara sınıfları bir yandan yıkıma uğratır ve iki kutupta ayrıştırıp yok ederken, öte yandan sürekli yeniden üretmeden varolamayacağı şeklindeki önermesini doğrulamaktadır. Bu gelişmiş emperyalist ülkelerin sömürgelerinde ve bunlara yeni sömürgecilik ilişkileriyle bağımlı olan ülkelerde bu katmanlar nüfusun daha da büyük bir kesimini oluşturmaktadır. Günümüzde gerek gelişmiş kapitalist dünyada, gerekse de Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da geçtiğimiz yıllarda başlayan ve yer yer hâlâ devam eden kitle hareketlerine baktığımızda, bu katmanların varlık ve iddialılıklarının maddî zeminini yitirmek bir yana tam da emperyalizmin, kapitalizmin, devletin doğasına ilişkin kendi karakteristik küçük-burjuva önyargılarıyla ne kadar büyük bir rol oynamaya devam ettiklerini, çoğu yerde (aslında hemen hemen her yerde) - özellikle de proletaryanın bunları hegemonyasına altına almak için gerekli örgütlülükten ve hazırlıktan yoksun olması nedeniyle - kitle hareketlerini bu önyargıların hakim rengine büründürmeyi fazlasıyla başardığını görüyoruz. Ne yazık ki somut gerçekliğin ve kapitalizmin tarihsel eğilimlerinin diyalektik bütünlüğü içinde değerlendirilmesinin yerine kapitalizmin geleceğine ilişkin hayali, varsayımsal bir tasarımını ve kapitalizmin eğilimlerinin tek yanlı, mekanik değerlendirilmesini koymaya çalışan DP'nin bunu görmesi ve bundan günümüz gerçekliği için uygun Marksist-Leninist taktikleri çıkarması mümkün olamamaktadır.
Biz günümüz deneyimlerinin ışığında geliştirilmesi gereken güncel Marksist-Leninist taktikler sorunundaki görüşümüzü daha önce şöyle açıklamaya çalışmıştık:
"Örneğin ABD'deki %99 veya Avrupa ülkelerindeki "öfkeliler" vb. kitlesel hareketlere bir bakalım. Bunların yanı sıra aynı ülkelerde yükselen bir işçi sınıfı hareketi görüyoruz. Benzer bir durum Mısır gibi bazı yakın coğrafyamızdaki ülkelerde de görülüyor. Bu hareketlerin birincisinde kapitalizmin niteliğine dair kendi karakteristik sınıfsal yanılsamalarıyla küçük-burjuva sınıf ve katmanların son derece hakim bir renge sahip olduğunu görüyoruz. Bunlar ya kapitalizm yıkılmadan zenginliğin "daha adil dağıtıldığı" bir toplumu özlüyorlar veya kapitalizmi sadece borsanın egemenliği boyutuyla görüyorlar vb. Yükselen işçi hareketiyle, örneğin İspanya'daki büyük madenci eylemleri, Yunanistan'daki işçi grevleri, Mısır'da "devrimin" bütün burjuva aktörlerini korkutan ve yakınlaştıran giderek yükselen ve neredeyse bütün sektörlere yayılan işçi eylemleriyle bu hareketler yer yer içe geçse ve birbirini etkilese de tam bir birleşme görülmüyor. İşçi sınıfı sözkonusu ülkelerde henüz bu sınıfların görece geniş kesimlerini kendi önderliği altında toplayabilecek siyasal bilinç ve örgütlülük seviyesinde görülmüyor. Tam da böyle olduğu için tekelci burjuvazi binbir renkli küçük-burjuva sahte "sosyalist" akımları birer alternatif olarak piyasaya sürerek veya Yunanistan'da olduğu gibi "sisteme en karşı hareket" olma iddiasındaki faşist akımların önünü açarak kriz nedeniyle sarsılan kendi egemenliğini istikrara kavuşturmak için hayati önemde olan zamanı kazanabiliyor. Demek oluyor ki, günümüz gerçekliği Marksizmin ara sınıfların kapitalizmde kaçınılmaz olarak önemli bir nüfus kesimini oluşturması, bunların mümkün olan en geniş kesimlerinin proletaryanın devrimci konumlarına kazanılmasının (müttefiklik meselesi) ve diğer bir bölümünün tarafsızlaştırılmasının sınıf mücadelesinin en tayin edici sorunlarından birisi olması, kapitalizm tarafından sürekli yıkımla, proletaryanın saflarına (veya proletaryanınkine yakın maddi koşullara) düşmekle tehdit edilen bu sınıfların mümkün olduğu kadar geniş bir bölümünün proletaryanın devrimci konumlarına kazanılmasının başarılamadığı sürece bu sınıfların kapitalistlerin sınıf iktidarının devamının en önemli maddi dayanağı rolü oynamaya devam edeceği gibi temel öğretilerinin "gününün geçtiğini" değil, aynen geçerliliklerini koruduklarını, güncelliklerini korumakla da kalmayıp son derece güncel olduklarını göstermektedir."
Aradan geçen uzun sayılmayacak dönem pek çok ülkede (örneğin Mısır, Tunus, Yunanistan, İspanya) işçi hareketinin yer yer küçük-burjuva kitle hareketleriyle dirsek teması içinde, yer yer de ondan ayrı bir kanalda daha da yükselmesine sahne oldu. Bu durum proletaryanın proleter olmayan ezilen ve sömürülen yığınları kazanma sorununun (ve onun bu konudaki hazırlıksızlığı ve örgütsüzlüğü sorununun) yakıcılığını, güncelliğini azaltmak bir yana daha da arttırdı, aksi takdirde bu hareketlerin tümünün boşa çıkarılması tehlikesini daha da gözle görülür hale getirdi. Bu tür kitle hareketlerinin gündeme geldiği bütün ülkelerde (bu ülkelerin ekonomik ve siyasal eşitsiz gelişmeden kaynaklanan ve vulgar "Marksist", troçkist "domino teorisi" ya da "bölgesel, zincirsel devrim" tuzağına düşmeden, hepsi için ayrı ayrı ve sistemin bütünüyle her bir ülkenin somut ilişkileri içinde dikkatle incelenmesi gereken özgün koşullarına rağmen) devrimci proletaryanın uluslararası taktik çizgisinin özü aynı olmak zorundadır ve bu da proleter olmayan milyonlarca ezilen ve sömürülen insanın bir bölümünün proletaryanın hegemonyası altında kapitalizme karşı tutarlı mücadeleye kazanılması, bir bölümünün ise en azından tarafsızlaştırılması şeklindeki Marksist-Leninist taktiktir.
Y. Çelik
------------------
Not: Yazı boyunca"Devrimci Proletarya" dergisi ve çevresinden kastedilen, 1. sayısı 2011'de çıkan dergi ve bu dergiyi çıkaran çevredir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder