11 Eylül 2016 Pazar

12 Eylül’ün Sınıfsal Gerçekliğini Hatırlamak


Balık Hafızasına Mahkûm Edilen Toplumda

12 Eylül’ün Sınıfsal Gerçekliğini Hatırlamak

12 Eylül faşist darbesi, hangi sınıfların çıkarlarını gerçekleştirmek için yapıldı? Hangi sınıfların çıkarlarını gerçekleştirdi ve hangilerinin en temel haklarını yok etti? Yoksa burjuva medyasının açıkladığı gibi birkaç kendini bilmez askerin yaptığı bir iş miydi sadece?

 
Düne kadar 12 Eylül faşist darbesi açıkça övülüyor ve "ülkeyi içine düştüğü anarşiden kurtarmak için" zorunlu olduğu resmî söylemi oluşturuyordu. Bir kuşak bu masallarla büyüdü. Günümüzde ise bu darbeye karşı olmayan neredeyse kalmadı. O dönem hakkında pek birşey bilmeyen yeni bir kuşak için eski masalın yerine "liberal" ideologların tasarladığı (aslında ilkinden çok daha şarlatanca ve aldatıcı olan) yeni bir çocuk masalı üretildi: buna göre faşist darbeyi birkaç karanlık ruhlu omzu kalabalık yalnızca “ordunun ittihat terakki’den beri bir türlü aşamadığı darbe geleneğinin sonucu olarak” kendi başlarına karar verip yapmıştı. Aslında herkes, toplumun bütün kesimleri, büyük sermaye çevreleri dâhil, bu darbeden zarar görmüştü ama kimse sesini çıkaramamıştı. Ne de olsa karşılarında toplu, tüfekli adamlar vardı, vb., vb... "Darbeciler Yargılansın" sloganı altında yürütülen kampanyalarda ise "sol" geçinen grupların birçoğunun, bu ilkel liberal masallara kendilerini gözü kapalı uydurdukları görüldü. 12 Eylül faşizminin işkence hanelerinde, darağaçlarında, zindanlarında canlarını veren devrimcilerin anısına bundan daha büyük bir saygısızlık düşünmek zordur. 12 Eylül'e ilişkin gerçeklerin en yüzeysel bir araştırılması bile, bu "liberal" çocuk masalının sahtekârlığını kanıtlamaya yeterde artar.

Faşist darbenin üzerinden on yıllar sonra, faşist sözcüğünü bile telaffuz edemeyenlerin "Darbeciler Yargılansın" (kim yargılayacak, 12 Eylül anayasası ve yasaları üzerinde kurulu T.C. mahkemeleri mi?) ahmak liberal sloganı altında yürütülen kampanyalar, ancak faşist darbenin gerçek suçlularının ellerini yıkamalarına ve suçlarını unutturmalarına hizmet edebilirdi. Nitekim, bütün bu kampanyalar, AKP hükümetinin, sanki kendisi 12 Eylül”ün ürünü değilmiş gibi, darbecileri yargılama adı altında kendi reklamını yapmasından başka bir işe yaramadı. Bununla birlikte, hükümet, 12 Eylül’ün ahı gitmiş vahı kalmış bir avuç tetikçisini yargılamayı gündeme getirerek oy toplama hesapları yapadursun, 12 Eylül”ün arkasında kimlerin olduğu, aşağıda aktardığımız itiraf niteliğindeki ifadelerde de görüldüğü gibi açıktır, emekçi halklarımızın, yeni bir toplum kurma savaşında faşizmin darağaçlarında, işkence hanelerinde, zindanlarında canlarını verenlerin arkada bıraktıkları binlerce ve on binlerce insanın gözünde suçlular çoktan yargılanmıştır ve hükümleri de bellidir. (Kimi amatör ressamlarımızın devletin koruma orduları olmadan villalarından çıkamamaları boşuna olmasa gerek.)

12 Eylül 1980 tarihinde Genelkurmay karargahında olan darbecilerden Tuğamiral Erhan Gürcan, Vatan gazetesinde 12 Eylül 2004 tarihinde yayınlanan röportajında, iplerin kimin elinde olduğunu ve “Darbeciler”in, efendileriyle olan ilişkilerini anlatıyordu. Gazetecinin, “hükümet kurulurken neler yaşandı?” sorusuna, amiralin yanıtı şöyleydi:

“Sakıp Sabancı, Vehbi Koç, İbrahim Bodur, Halit Narin sürekli Kenan Evren'e geliyordu. Sık sık görüşüyorlardı. Halit (Narin) benim arkadaşım olduğu için bana görüşmeleri anlatıyordu. Turgut Özal'ı onlar ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı yaptı. Ben karşı çıkıyordum da Halit Narin bana, "yahu bizim adamımız, karşı çıkma" diyordu.”

Aynı amiralin, diğer itiraflarından bazı parçalar:

“Nurettin Ersin, Evren üzerinde etkili Paşa'ydı: Ersin, MİT Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı yaptığı için angajmanları çok fazladır. Bilhassa sağ kesimle. Oğlu Oktay, Jak Kamhi'nin yanında çalışmıştır.” … “Bir gün Çorlu'da Jak Kamhi'yi Sıkıyönetim gözaltına almış, Ersin Paşa aradı, bana "Kamhi'yi serbest bıraksınlar" dedi. Evren üzerinde etkiliydi. Diğerlerini biraz sindirmişti.” … “Tahsin Şahinkaya, İnci Baba'yı (ünlü mafya babası) kurtarmaya çalıştı: Delidolu, delikanlı, heyecanlı biriydi. Hakkında çok şey söylendi ama aslı yok. Mesela Bodur grubu hisse senetlerini herkes alabilir.” … “Şahinkaya'ya da hisse senedi aldırmışlar veya vermişler. Şahinkaya, kendisini "Bodur'un ortağıyım" diye tanıtırdı. İnci Baba diye meşhur bir mafyacı vardı.”

Bunlar, gerçek bir faşist darbecinin itiraflarıdır. Faşist darbe döneminde, yani en güçlü oldukları dönemde bile, kerli ferli (ama bir o kadar da odun kafalı) generaller ve yüksek rütbeli subaylar, “bir ve bölünmez Türkiye Cumhuriyeti”nin bu maaşlı ve OYAK’lı aslan savunucuları, burjuvazinin “sivil toplum”u karşısında hiç de kükreyemiyorlardı. Omzu en kalabalık Paşalar, "arkadaş"ları burjuvazi karşısında el pençe divan durup, devlet görevlerine onların istediği kişileri paşa paşa atıyorlardı. Onlardan para ve hisse senedi alıyorlardı. Burada da görüldüğü gibi, her şey vatan içindi. Toprak, eğer karşılığında hisse senedi ve “yetim hakkı” (yani rüşvet ya da “bahşiş”) verilirse vatandı.

Koç’lardan Rahmi Koç ise, 26 Ocak 1982 tarihli Cumhuriyet’te, askeri rejimin her istediklerini yerine getirdiğini belirtiyor ve şunları söylüyordu: “12 Eylül harekâtından önce herşeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Yani herşey güç ve uzun zaman içinde gerçekleştiriliyor, herşeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu. Askeri yönetim altında fark, alınan kararların parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığından çok hızlı hareket edilebiliyor. Ve üstelik askeri yönetim yanlış yapsa bile bunu kısa sürede düzeltebiliyor...”

İşte, 12 Eylül, "ekonomik yaklaşım"ı yani büyük kapitalistlerin çıkarlarını bir an bile geciktirmeden ve bunu geciktirebilecek en ufak bir toplumsal muhalefet teşebbüsüne dahi izin vermeden gerçekleştirmeyi öne aldı.

Vehbi Koç’un "1939-1982 Son Kırk Yılın Değerlendirilmesi" başlığı altındaki anılarında da 12 Eylül'ü yere göğe koyamadığını görebilirsiniz:

“12 Eylül, Devletin Yeniden Kurulması Devridir".

“(...) 24 Ocak 1980’de kabul edilen İktisadi İstikrar tedbirlerinin aynen devamına karar verildi. İlk iş olarak, anarşinin önüne geçilmesine çalışıldı ve memlekette her gün daha fazla huzur ve sükun tesis edildi. Grev hakkının suiistimali önlendi. İhtiyacımız olan petrolü temin edecek döviz sağlandı. Fabrikalar yeniden çalışmaya başladı. Danışma Meclisi kuruldu. Anayasa bu Meclisten ve MGK’dan geçerek, millet oyuna sunuldu. Millet, Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir çoğunlukla Anayasa’ya "evet" dedi. Danışma Meclisi, parti ve seçim kanunlarını hazırlamaya başladı. Alınan tedbirler sayesinde enflasyon yüzde 30 civarında geriledi. (...)” (bkz. <http://www.vehbikoc.gen.tr/arasayfalar/diyorki/m2.html>)

İşte Koç’ların büyüğünün gözünde 12 Eylül böylesine kutlu ve mutlu bir milattı. İhtiyaç, sermaye sınıfınındı; döviz ve petrol de, fabrikalar da onundu. Meclis de anayasa da onundu. Huzur ve sükun da ona aitti. İşkence, ölüm, yozlaşma ve sömürünün artması, "suiistimal edilen" grev hakkından arındırılmak ise işçi sınıfının ve diğer ezilen ve sömürülen sınıfların payıydı, onlar için güvence olamazdı. 24 Ocak kararlarının tam olarak uygulanabilmesi sendikaların hızla yok edilmesi, maaşların hızla üçte bire indirilmesi gerekiyordu, bunun için de "devletin hızlandırılması" yani DGM'lerin kurulması, böylece cezaların hızla yağdırılması, idamların hızla infaz edilmesi gerekiyordu yani "devletin yeniden kurulması" gerekiyordu, öyle oldu. Allah'ın dediği olur! Ve T.C.'de (TÜSİAD cumhuriyetinde) de TÜSİAD'dan büyük ilah yoktur.

İşbirlikçi-tekelci Türk burjuvazisi, 12 Eylül’de ordusuyla kendi devletini “yeniden kurdu” ve iktidarını kuruluşunda beri tekrar tekrar yaptığı gibi bir kez daha kanla pekiştirdi; 12 Eylül’de açık diktatörlükle yaptığını, sonrasında bu diktatörlüğü bugünkü darbe karşıtlığı şampiyonlarının demokrasi idolü Özal’ların “hür demokratik parlamenter” sahtekarlıkları altında gizleyerek devam ettirdi.

Balık hafızasına mahkûm edilmek istenen bir toplumda, bu basit gerçekleri hatırlamak ve hatırlatmak kolay olmasa da (daha doğrusu kolay olmadığı için), her gerçek devrimci ve tutarlı demokratın başlıca görevidir.

Sınıf düşmanımızın faşist darbesinin 30. yılında, hiçbir şeyi unutmadık, asla unutturmayacağız!

(bu yazı ilk kez İşçi Birliği Gazetesi'nin Eylül 2010 tarihli sayısında yayımlanmıştır.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder