24 Nisan 2017 Pazartesi

"Devletin hızlanması" ve "şirket gibi yönetilmesi", peki ama kimin için?



Özellikle kritik önemdeki ekonomik ve siyasal konularda hükümetlerin kendi çıkarları doğrultusunda hiç vakit kaybetmeden karar alması tekelci sermayenin her zaman arzu ettiği bir şeydir. Lenin’in söylediği gibi "finans kapital [banka sermayesiyle bütünleşmiş sanayi sermayesi] özgürlük istemez, o her şeye egemen olmak ister." 

Öte yandan belli bir ekonomik ve dolayısıyla kültürel gelişmişlik seviyesindeki bir ülkede hakim sınıflar ezilen ve sömürülen yığınları sadece sopayla yani kaba baskı yöntemleriyle yönetemeyeceklerini kavramak zorunda kalırlar zira bu sözkonusu kitleler kültürel gelişmişlik düzeyleri arttıkça, dünyada daha önce benzer gelişmişlik düzeyine ulaşmış olan ülkelerin deneyimlerinden öğrenerek ve halihazırdaki daha gelişmiş veya benzer gelişmişlik seviyesindeki ülkelerde sahip olunan haklara bakarak ve aynı zamanda kendi haklı talep ve özlemleri uğruna verdikleri mücadele deneyimlerinden hareketle daha fazla özgürlük talep etmeye başlarlar. Bunun için hakim sınıfların sopanın yanına havucu da koymayı öğrenmesi, yani baskı yöntemlerinin yanına ikna ve kazanma yöntemlerini de koyması, kendi düzeninin istikrarını ve sürekliliğini sağlamak için belli burjuva demokratik özgürlükleri az veya çok tanıması gerekir.  

Ancak özellikle yaklaşan bir ekonomik ya da siyasal krizin ayak seslerinin duyulduğu dönemlerde, burjuva çevreler içinde, ne kadar sınırlı olursa olsun bu burjuva demokratik özgürlüklerin birer ayakbağı olduğu şeklindeki düşüncelerin yaygınlık kazanması, hakeza “hızlı karar verip, alınan kararları tartışmayla fazla zaman kaybetmeden hızla uygulayan devlet” ve çoğu zaman da bunu kolaylaştıracak bir “güçlü adam”ı devletin başına getirme arayışlarının güçlenmesi hiç de nadir görünen bir durum değildir.

“A la turka başkanlık sistemi”ne giden süreçte R.T. Erdoğan tam da tekelci burjuvazinin bu yöndeki özlemlerine hitap eden bir dil tutturmaya özen göstermiştir. Aşağıdaki derlemeden de görülebileceği gibi Erdoğan’ın bu süreçte kullandığı bazı temel temaları neredeyse kelimesi kelimesine burjuvazinin söylem cephaneliğinden almıştır:

“... Sizden benim bir istirhamım şudur: Yeni Türkiye’yi, başkanlık sistemini, yeni anayasayı her fırsatta milletimize anlatmanızdır. Sizler bir iş adamı gibi bu ülkenin yönetilmesini istemez misiniz? Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı yürü yürüyebilirsen.

Bir iç güvenlik yasasıyla ilgili parlamentoda müzakere süreci var. haftalar geçti, şimdi aylar dönmeye başlayacak neredeyse. Hala iç güvenlik yasası parlamentoda çıkmıyor. Çoğunluk iktidar partisinde. 220 mi büyük 310 mu büyük? E nasıl engelliyorlar bunu? Sistem sakat da onun için.” (R.T. Erdoğan, Balıkesir Ekonomi Ödülleri törenindeki konuşmasından, 16 Mart 2015 http://bit.ly/TC-AS)

"… Ben ülkemi adeta bir şirket yönetimi anlayışıyla yönetmek istiyorum derdim. Niye, işte hızla yürümek için. Süratle karar almak için." (R.T.Erdoğan, 13 Mart 2017, Atv ve A Haber canlı yayını http://bit.ly/rte-sirket)

12 Eylül, Devletin Yeniden Kurulması Devridir ... 24 Ocak 1980’de kabul edilen İktisadi İstikrar tedbirlerinin aynen devamına karar verildi. İlk iş olarak, anarşinin önüne geçilmesine çalışıldı ve memlekette her gün daha fazla huzur ve sükun tesis edildi. Grev hakkının suiistimali önlendi [Türkçesi grev hakkı yıllarca fiilen rafa kaldırıldı - b.n.]. İhtiyacımız olan petrolü temin edecek döviz sağlandı. Fabrikalar [grevleri zorla kıran asker süngülerinin gölgesinde - b.n.] yeniden çalışmaya başladı. Danışma Meclisi kuruldu. Anayasa bu Meclisten ve MGK’dan geçerek, millet oyuna sunuldu. Millet, Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir çoğunlukla Anayasa’ya "evet" dedi. Danışma Meclisi, parti ve seçim kanunlarını hazırlamaya başladı...” (Vehbi Koç'un 12 Eylül Değerlendirmesi, kaynak: "Vehbi Koç Diyor Ki" http://bit.ly/koc12eylul)

“... 12 Eylül harekâtından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleştiriliyor, her şeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu. Askeri yönetim altında fark, alınan kararların parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığından çok hızlı hareket edilebiliyor. Ve üstelik askeri yönetim yanlış yapsa bile bunu kısa sürede düzeltebiliyor...” (Rahmi Koç, 26 Ocak 1982, Cumhuriyet)

"... Türkiye'de bir defa daha demokratik süreçler işlemiş, milli irade tecelli etmiş ve milletimiz ferasetiyle tercihini yapmıştır. Referandum sonucunda hayata geçirilecek yeni sistemle güçlenen ve hızlanacak olan yönetim şekliyle daha hızlı kararlar almak ve icraata geçirmek mümkün olacaktır. Devletteki çarkların hızlanmasını ve bunun özel sektöre olumlu yansımasını bekliyoruz. Referandum sürecinin tamamlanmasıyla önemli bir belirsizlik geride bırakılmıştır. Özel sektörümüz bundan sonra önünü daha rahat görebilecek, daha rahat risk alarak yatırım yapabilecektir." (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu'nun referandum sonuçlarıyla ilgili değerlendirmeleri, 17 Nisan 2017)

"... Demokrasi, ekonomi ve AB başlıkları ile ilgili değerlendirmelere girmeden önce bir tespitimi sizle paylaşmayı bir görev addediyorum: biraz sonra sizlerle paylaşacağım reform alanlarının hemen hepsi, belki daha veciz cümlelerle resmi belgelerde [AKP hükümetlerinin neredeyse kelimesi kelimesine TÜSİAD'ın raporlarına bağlı kalarak hazırladığı resmi ekonomik program belgeleri kastediliyor - b.n.] yer alıyor… 10.Kalkınma Planı, hükümet programları, orta vadeli planlar, dönüşüm programları ve adlarını unutmuş olduğum başkaca belgeler… Ancak son 4 yılda seçimden diğer seçime koşmaktan, seçim beyannameleri ile hükümet programları arasında koşturmaktan yorulduğumuzu ifade etmem gerekiyor. Üstelik aynı maddeleri tekrar tekrar dile getirmekten ötürü, “yapısal reform” kelimesinin içi boşaltmak üzereyiz.

... Türkiye’nin biraz sonra sizle paylaşacağım yapısal reform ihtiyaçlarının beklemeye tahammülü yok. Önümüzde hemen yola koyulursak 18 aylık bir reform aralığı bulunmakta. Eğer bu dönemi de 2019 seçim spekülasyonları ile geçirirsek Türkiye ekonomisi kalkınma yarışında çok kan kaybeder ve toparlanması güç olur.

... İhtiyacımız olan reformları tespit etmek değil REFORM ATMOSFERİNİ yakalamaktır. Bu konuda TÜSİAD olarak, her zaman olduğu gibi, her türlü desteğe hazır olduğumuzu belirtmek isterim." (TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik'in Ege Genç İşadamları Derneği’nin (EGİAD) düzenlediği toplantıdaki konuşmasından, 20 Nisan 2017 http://bit.ly/tusiad-baskanlik)

Görüldüğü gibi gerek TOBB başkanının, gerekse de TÜSİAD başkanının şaibeli bir referandumla onaylanmış kabul ettikleri "a la turka başkanlık sistemi"ne en ufak bir itirazları yoktur. Tam tersine, TÜSİAD başkanının aynı konuşmadaki ifadesiyle, "hükümetin kurulması aşamasının parlamentodan ayrılması ve güvenoyu mekanizmasının kaldırılması"nı sağlayan, böylece alınan kritik kararlar için şekilsel olarak dahi mecliste, kamuoyu önünde tartışılması, muhalefet partilerinin sorularına cevap verme gibi zorunlulukları ortadan kaldıran ya da önemsizleştiren "yeni sistem"i geri döndürülemez bir oldu bitti olarak görmekle kalmıyorlar, tam da bu nedenle, yani baba-oğul Koçlar'ın 12 Eylül rejimini takdir etmesine yol açan aynı nedenlerden ötürü (özellikle “hız” faktörü) bu sistemi takdir etmeye kesinlikle hazırlar.

Her ne kadar hükümete az çok muhalif geçinen burjuva basını ve "sol" ve "sosyalist" iddialı basının önemli bir bölümü TÜSİAD başkanının sözkonusu konuşmasındaki "seçim güvenliği"nin zedelenmesi gibi vurguları ön plana çıkarmayı ve bunu hükümete sert bir eleştiri gibi göstermeyi tercih etse de TÜSİAD taleplerinin "hızla" ve "şirket yönetir gibi" hayata geçirileceğine dair bir irade görmesi halinde hükümetlerine "her türlü desteği vermeye hazır olacaklarını" şimdiden ilan etmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder