KİTAP DÜNYASINDAN
Şehriban Teyhani'nin hazırladığı Ateşi Çalan Yolcular - 1: Kamer Teyhani Kitabı'ndan aldığımız aşağıdaki röportaj 12 Eylül'den önce devrimcilerle (özel olarak Devrimci Yol hareketiyle) işçilerin nasıl kaynaştıkları; komite ve konsey örgütlenmeleri; DİSK yönetiminin bürokratizmine karşı işçilerin tepkisi ve mücadelesi; 12 Eylül faşizmi altında işçilerin dayanışmadaki ustalıkları vb. konular hakkında bazı önemli bilgiler içermektedir.
(Önemli not: Yalnızca bu bölümü okumak bazılarının yaptığı gibi Devrimci Yol hareketinin idealize edilmesine yol açabilir. Devrimci Yol hareketinin yöneticilerinin işçileri ve işçiler arasında çalışma yürüten kendi militanlarını nasıl yüzüstü bıraktığını öğrenmek için aynı kitaptan Kamil Kartal ile yapılan röportajın okunması gerekir. Onu da bilahare paylaşacağız.) - İSK.
......
s. 154
Seni tanıyalım mı?
İsmim Mehmet Ünsallı. Kavel’de çalışıyordum. Emekli oldum. Sarıyer Belediyesinde çalışıyordum. İşçi emeklisiyim.
Biz, Kamerle ilgili; onun hayatını, devrimci yaşantısını anlatan; bunu anlatırken bir yanıyla eksik kalan Devrimci Yolun işçi çalışmasını ve işçi hareketini birinci dereceden yaşayan kişilerle irdeleyelim dedik. Bundan dolayı bu görüşmeyi yapıyoruz. Kabul ettiğin için teşekkür ediyoruz.
Rica ederim. Kamer söz konusuyken kabul etmemek mümkün değil. Çünkü Kamer’in işçi sınıfı hareketine, devrimci harekete büyük emeği ve katkısı olmuştur. Kamer için böyle bir şey yapılması bizi de çok çok mutlu etti, çok çok sevindirdi. İşçi sınıfı hareketine gelince, 1963 yılında Kavel greviyle ilgili Türkiye'de sendikal çalışmalar başladı. Bu sendikal çalışmalar yürütülürken Kavel, DİSK’e üyeydi. 1963’ten 1978 e kadar Maden-İş Sendikasının ve DİSK’in üyesi olarak sendika mücadelesi verdi. Ve işçi sınıfı tarihinde çok önemli yeri olan bir işyeriydi, öncü bir konumdaydı metal işkolunda. Tüm fabrikalar, işçiler, Kavel hangi sendikadaysa o sendikaya yöneliyordu. Ben de 1974 yılında Kavel'de işçi olarak başladım. 1975-76 döneminde İstinye'de devrimci mücadeleyle tanıştım. Yine o dönem İstinye'de tanıştığımız Dev-Genç’lilerin, Devrimci Yolcuların üzerimizde büyük emekleri vardır. Kendimizi geliştirdik ve daha sonra “Devrimci Yol’un işyeri komitesi örgütlenmesini Kavel'de nasıl uygularız” diye tartıştık. Kamerle o noktada yolumuz kesişti.
......
s. 155
Devrimci Metal-İş sendikasına giderdik sürekli; seminerler düzenlerlerdi bizim için. Ve 1978 grevi yaşandı Maden-İş kolunda. İşçilere sormadan, işçilerin onayını almadan, işçilerden habersiz sözleşme imzalandı. Buna da işçilerin müthiş bir tepkisi oldu ve bu tepki sonucu işçiler, Devrimci Metal-İş'e geçmek istedi. O dönem Sedat Şeyhoğlu ve daha ziyade Kamerle görüşürdük. “Tepkisel örgütlenme, çok doğru bir örgütlenme değil” dediler. “Biraz bekleyin, biraz daha örgütlenin, şartlar biraz daha olgunlaşsın” dediler. Sözleşme zamanı yaklaştığı zaman, Kavel'de Devrimci Metal-İş Sendikasına geçme kararı aldık. İşçi komitesi olarak topladık işyeri komitelerini... Pardon 1978 grevinden sonra işyerinde bir grev ve seçim oldu. Seçimde bir liste yaptık ve Devrimci İşçiler olarak o dönem işyeri temsilciliğini biz kazandık. Temsilci arkadaşlarla birlikte, sürekli Kamer'le, Sedat'la, İsmet Yılmaz'la belirli görüşmeler yaptık. Çetin Uygur da geçmiş deneyimlerini aktardı; Yeraltı Maden-İş’te işyeri komitelerinin nasıl örgütlendiğini anlattı.
Biz işyeri temsilciliğini aldıktan sonra bir sene bekledik, bir sene Maden-İş’te kaldık. Bir sene sonra şartlar oluştu; örgütlenen bir işyeri de Levent’teki Phillips Fabrikasıydı. Oradaki arkadaşlarla sürekli diyalogumuz vardı. Bunun yanında İstinye’de Beldesan’da da bir örgütlenmemiz vardı. Boronkay vardı Kâğıthane’de, örgütlenmemiz vardı. Metal işkolunda Devrimci Metal-İş’in adı dolaşıyordu işçiler arasında. 350 kişi bir günde sendikaya üye oldu. Sözleşme zamanı yaklaşınca Kavel’e noter getirdik. Bu süreçte Maden-İş’in, DİSK’in saldırıları oldu. İstinye’de işçilere saldırmaya başladılar. İstinye’deki Devrimci Yolcu arkadaşlarımız, işçi sınıfının yanında olduklarını, Kavel işçilerinin yanında olduklarını söylediler. O saldırılar, bizim işçilerin de katılımıyla püskürtüldü ve sendikaya üye olduk. Sözleşme zamanı yaklaştığında, işyeri komiteleri kurduk; nasıl bir sözleşme yapabiliriz diye maddeleri tek tek işçilerle tartışarak toplu sözleşme taslağı hazırladık. Bu taslağın hazırlanmasında Kamer’in, o dönem bizim sendikanın avukatı olarak çalışan Kemal Keleşoğlu, Sedat Şeyhoğlu, İsmet Yılmaz ve diğer sendikacı arkadaşların katkıları oldu.
Toplu sözleşme taslağını işçilere önerdiğimiz zaman, ekonomik boyutunu düşünmemiştik. İşçilerin sosyal meseleleri ön plana çıkartılmıştı. Saat ücretleri daha sonra eklendi ve
......
s. 156
işçiler de bunu kabul etti. İşçilerin onayı alındı. Sendika yetki almak istedi ama Maden-İş itiraz etti. O esnada Kavel’de üç vardiya çalışıyorduk; sabah 08:00-16:00, 16:00-00:00, 00:00-08:00 olarak çalışıyorduk. Biz 00:00-08:00 vardiyası, sabah işten çıkarken 16:00-00:00 vardiyasını da topladık ve otobüslerle Sultanahmet’teki mahkemeye gittik. Yetki almak için Maden-İş’in verdiği mahkemeye gittik. İşçiler orada açık beyanda bulundu ve mahkeme yetkiyi bize verdi. Çünkü oradaki aşağı yukarı 200 Kavel işçisi “biz kendi irademizle Devrimci Metal-İş’e üye olduk” diye belirtti...
Sayı 350 miydi o zaman?
400 küsur falandı.
Ama 200 kişi falan gittik diyorsun!
Diğerleri çalışıyordu. Gündüz vardiyası çalışıyordu. Gittik, bu iradeyi de mahkeme gördü. Sonra işçiler de kendi iradeleriyle söylediler “biz Devrimci Metal-İş'e geçtik, herhangi bir baskı olmadı” diye. Ama Maden-İş itiraz etmişti. “İşçileri tehdit ettiler silahla falan” diye ki böyle bir şey yok; silahla bizler tehdit edildik. Hatta “TKP’nin Sesi” radyosunda o dönem bizim ismimizi de yayınlamışlardı “işçi sınıfı düşmanları” diye. Bizim üzerimize de geliyorlardı.
Akşamları İstinye’den Devrimci Yolcu arkadaşlar bizi götürüp eve bırakıyor, sabahları bizi alıp işe getiriyordu, TKP’liler bizi pusuya düşürmesinler diye. Nitekim bir gece düşürdüler de. Mezarlığa saklanmışlardı, oradan saldırdıkları zaman bizim arkadaşlar cevap verdi. Mahkemeden yetki aldıktan sonra, artık Devrimci Metal-İş’in önünde bir engel kalmamıştı. Toplu seçme taslağını, çeviriyi falan hazırlamıştık ve işverenden randevu aldık. İşveren 12 Eylül 1980 gününe randevu verdi. Evet, askerî darbenin olduğu gün, işçilerle toplu sözleşme görüşmesine oturacaktık. Akşamdan tıraş olduk, sabahleyin takım elbise falan giydik. Kapıya çıktık ki dışarı çıkma yasağı var; “askerî darbe geldi” dediler. Kavel’den sonra diğer Metal işkollarından da bize teklifler geldi “biz de Devrimci Metal-İş’e geçmek istiyoruz” diye ama [Kamer Teyhani?] tepki örgütlemeyi kabul etmiyordu bir kere; yani “sendikaya tepki için bize gelecekseniz, gelmeyin” diyordu.
......
s. 157
“Bize gelecekseniz, devrimci sendikacılığı kavrayarak, işyeri komitelerini kurarak, bu işyerlerinde tüm işçilerin katılımını sağlayarak gelin” diyordu.
Örgütlenme komite ve konseyle sağlansın; sonra gerisi gelir...
Evet, evet... Kavel'de de onu yapmıştık çünkü. Phillips buna hazır bir işyeriydi. Kavel'den sonra Phillips’in de Devrimci Metal-İş'e geçmesi için çalışılacaktı. O esnada askerî darbe oldu ve süreç yarım kaldı. Sonra Kamer’le operasyonlarda, 1981 Haziranında 1. Şube’de karşılaştık, orada beraber kaldık 31-32 kişi aşağı yukarı. Polis bize “devrimci misin?” diye soruyordu. Ben bilmiyordum, meğer Kamer “bu arkadaşın devrimcilikle alakası yok, işçi kesiminden sendikacı bir arkadaş” demiş. Serdar da aynı şeyi söylemişti. Ondan sonra benim üzerime fazla gelmediler. Zaten 6 ay kadar kaldım ben Sultanahmet Cezaevinde. Çetin Uygurlarla falan beraber kaldık. Ondan sonra ben tahliye oldum. Sonra da beraat ettik...
15-16 Haziran sınıfın var olup olmadığı tartışmasına son noktayı koydu. Evet, Türkiye'de artık bir işçi sınıfı vardı! 1975 sonrasında sınıf ağırlıklı düşünmenin önü ne kadar açılmıştı peki?
“Sınıf sendikacılığı yapıyorum” diyen sendikalar vardı. Fakat buna sınıfın kendisi katılmıyordu. Yani yukarıdan sendika sekreterleri, genel başkanlar işçiler adına karar veriyordu. İşçilerin sürece katılımı söz konusu değildi. Devrimci Metal-İş Sendikası bunu tersyüz etti; işçiler karar mekanizmasına katılmaya başladı. Biz Kavel’de toplantı yaptığımız zaman, sendikacılar fikirlerini fazlaca dile getirmiyordu. Kamer genellikle katılırdı bu toplantılara; fazlaca konuşmadan işçilerin önerilerini almak istiyordu ve onlara “bu sizin mücadeleniz, siz konuşacaksınız, biz sizin söylediğiniz şeyleri daha da geliştirerek ortaklaşa karar vereceğiz” derdi. Ama TKP zihniyetli sendikalar, 15-16 Haziranın falan sömürüsünü yaptı. Devrimci Metal-İş Sendikası, işyeri komiteleri ve işçi konseyleri örgütleyerek bunu tersyüz etti; fakat 80 darbesi bunların imdadına yetişti.
......
s. 158
1 Mayıs 1976-77-78 kutlamalarını siyasal yapılar ve Devrimci Yol üzerinden nasıl değerlendirebiliriz?
Biz Kavel işçileri olarak bütün 1 Mayıslara katıldık. O dönem Dev-Genç ile katılıyorduk. 1978’de Devrimci Yol’la katıldık. Hatta o dönemde Maden-İş sendikasından eleştiri alıyorduk. “Kendi sendikanızla katılın” diyorlardı; biz de “kendi düşüncemizle katılacağız” diyorduk. Çoğunluk olarak işçilerle birlikte Devrimci Yolla katılıyorduk.
TKP’nin çizgisiyle Devrimci Yolun çizgisi arasındaki farkı, işçi sınıfına ya da işçi sınıfının örgütlenmesine bakışları açısından değerlendirelim biraz da; birisi yukarıdan aşağı inen, diğeri tabandan örgütlenerek gelen bir yapı. Tabandan örgütlenmede ve bölge çalışmasının örgütlenmesi nasıldı?
Bölge çalışması denince, birtakım sendikalar, işçiler adına yukarıdan aşağı hareket ediyordu. Ama Devrimci Metal-İş sendikası tabandan örgütlenerek yukarı gidiyordu. O dönem bölgedeki Devrimci Yolcu arkadaşlarla fabrikadaki devrimci mücadeleyi yürüten arkadaşlar iç içe çalışıyordu. İşyerinde veya o bölgedeki fabrikada bir sorun olsa, bir afiş, bir yazılama, ne gerekse bölgedeki arkadaşlardan destek alınıyordu. Bölgedeki arkadaşlar da “biz sizin adınıza bu işi yapacağız” demiyorlardı. “Gelin birlikte yapalım” diyorlardı. Yani biz yazıya da çıksak, bölgedeki arkadaşla beraber çıkardık. Korsan bir yere gitsek, bölgedeki arkadaşlarla beraber giderdik.
Bu yazılama Kavel’le mi ilgiliydi, Devrimci Metal-İş’le mi?
Devrimci Metal-İş’le ilgiliydi...
Bölge çalışmasına katılıyor muydunuz?
Katılıyorduk bölge çalışmasına; bölge çalışmasındaki arkadaşların yapmış olduğu yazılamalarda da afişlemelerde de yer alıyorduk. Çünkü biz Devrimci Metal-İş’i ayırt etmiyorduk, ikisine aynı bakıyorduk. Zaten Devrimci Yol’da da yazıyordu bu; işyeri örgütlenmelerini, işyeri komitelerini filan Devrimci Yol dergisinde okuyorduk. Kavel’de aşağı yukarı 80’in üzerinde dergi satılırdı. Tartışma gruplarımız vardı bizim. O tartışma
......
s. 159
gruplarına bölgedeki arkadaşlar da katılırdı. Devrimci Yolcu arkadaşlar seminerler verirdi, işçilere anlatırlardı. İşçiler de onlara anlatırlardı yaşadıklarını; böyle bir kaynaşma vardı Devrimci Yolla işçiler arasında.
Sınıfın içine girme, sınıfı aşağıdan örgütleme anlayışı; tabana inerek işçi sınıfına inerek o sınıfın yaşadıklarını öğrenmek önemliydi, hatta ev ziyaretleri yapardık biz bölgedeki arkadaşlarla. İşçilerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere giderdik. Kavel’de çalışan ve Kavacık’ta oturan arkadaşlar vardı. Oradaki işçi arkadaşlarla bağlantı kurdururduk ki bölgedeki arkadaşlar onlarla beraber çalışsın. Bu arkadaşlar sabah işyerine geldikleri zaman “sizin arkadaşlarınız geldi, çok iyi çocuklar” diyordu. Mahalledeki çalışmalarda yer alırdı bu işçiler. İstinye’de, Reşitpaşa’da, Poligon'da işçilerin yoğun oturduğu yerlerde hep birlikte çalışırdık. İşçileri sırf fabrikada değil oturdukları mahallede de örgütleyen Devrimci Yol’culardı. Öylesine bir kaynaşma vardı yani Devrimci Yol’da.
“Bölgeyle işçi çalışması ortaklaşıyordu” dedin, onu biraz açar mısın?
İstinye’de asfalt falan yoktu, çocuklar okula çamur içerisinde giderdi. Bölgedeki arkadaşlar bu mahallelerin yollarını yaptı. Bölgedeki arkadaşlar bir kampanya başlattı, “biz bu mezarlığın dikenlerini temizleyeceğiz” dediler. Öyle bir çalışma yaptık, onun pankartını da hazırlayıp astı arkadaşlar oraya. Bu çalışma, İstinye halkından müthiş bir destek aldı. İnsanlar bizim onlarla ilgilendiğimizi anladılar.
Bizim derdimiz işsizlik ve hayat pahalılığını anlatmaktı. Arkadaşların İstinye’deki çalışması da iyi bir izlenim bıraktı. Bu çalışmalar için Kavel’den destek istedikleri zaman bizim işçi arkadaşlarımız da gitti. Birlikte temizlediler oraları, birlikte hallettiler. Poligonda okul yoktu o dönem; bölgedeki arkadaşlar “Poligonda bir okul yapalım” dediler. Okul yapılacak alanlar için deniz manzaralı çok güzel yerler işgal edilmişti; gecekondu yapmak için işgal etmiş olanların kimi başkomiser, kimi belediye zabıtası, yani emekçi insan değil, halktan değil. Oranın rantı yüksek diye temel de atmışlardı. İşte biz o dönem Poligonda örgütlendik. İstinye’ye birlikte gittik, bir kepçe tuttuk ve temelleri
......
s. 160
kaldırıp, “burası okul yeri” dedik. Bunu yaparken mahalle halkını da topladık oraya. İstinye'deki taş ocakları taş verdi, kum verdi, mıcır verdi ve oraya tek katlı bir okul yaptırdık. Duruyor hâlâ orası, şimdi kreş oldu. Önü de yeşil bir alandı, oraya yine birisi göz koymuştu, gittik orayı da park alanı yaptık. Çevirdik orayı, “burası yeşil alan, park alanı” dedik. Şu anda hâlâ park orası.
Onlar bizim mirasımız. İstinye, bire bir Devrimci Yolun mirasıdır.
Oranın eski ahalisi hâlâ anlatır “Devrimci Yol’cular buralara kendileri için ev yapabilirdi ama onlar okul yaptılar” diye. Çocuklarımız inşa edilen o okula gitti. Okul şu anda Sarıyer’in en güzel okullarından bir tanesi. Önündeki park da sayılı güzel parklardan biri. Park da okul da deniz manzaralı; bunu Devrimci Yol yaptı. Devrimci Yol yaptı derken, üye olmayan işçiler de vardı. Çünkü işçi arkadaşlar kendilerini Devrimci Yolcu olarak görüyordu.
Tam onu soracaktım, işyerlerindeki işçiler sizin siyasal kimliğinizi biliyor muydu?
Tabii ki, bizim sendika da biliyordu siyasal kimliğimizi. DİSK, Maden-İş Sendikası da biliyordu bizim siyasal kimliğimizi. O fabrikada en ilericisinden en gericisine, herkes bizim Devrimci Yolcu olduğumuzu bilirdi. Zaten Devrimci Yol dergisini biz dağıtıyorduk orada, bilinmemesi mümkün değildi.
TKP ile ayrışılan yer, onların biraz daha illegal çalışması, siyasal kimliklerini gizlemeleri miydi peki?
Devrimci Metal-İş ya da Devrimci Yol, kimliğini saklamadan gidiyordu.
Evet, işçilerle yapılan toplantılara bizim sendikadan gelen arkadaşlar, “biz devrimciyiz” diyordu; “Devrimci Yolcuyuz” diyorlardı; “Dev Genç’iz biz” diyorlardı. Bunu hiçbir zaman işçilerden gizlemiyorlardı. İşçiler de bunu bilerek hareket ediyordu. Zaten bunu bilmese 200-300 işçi kalkıp yetki vermek için mahkemeye gelir mi? “Biz artık Maden-İş’in bize yukarıdan bakmasından, bize danışmadan sözleşmeler imzalamasından bıktık” dediler. İşçilerin kendi tartışmaları sonucunda, işçilere bir özgüven de geldi, o da etkili oldu. Devrimci Metal-İş yolu
.....
s. 161
açmış oldu ve arkası geldi. Devrimci Yol her zaman bu çalışmaların içindeydi.
Komite ve konsey seçimlerini nasıl yapıyordunuz işyerlerinde?
Kavel’den örnek verecek olursam, Kavel’de bir “pres” bölümü vardı, bir “emaye” bölümü vardı, bir de “kablo” bölümü vardı. Her bölümde işçiler kendi aralarında üç kişilik bir komite seçiyordu. Biz o üçlü komiteyi bir araya getiriyorduk; onlar da kendi aralarında bir temsilci seçiyordu.
Üst komiteyi kendileri seçiyordu yani...
Komite ve konseylerde işyeri temsilcili ile birlikte çalışıyor, toplantılarımıza temsilcileri de alıyorduk.
İşçi temsilcisi ayrı, komite konseyleri ayrı mıydı yoksa hem komitede hem konseyde olunabiliyor muydu?
Bizde temsilcilik ayrı, konsey ayrıydı. Sendika görüşmelerimize, temsilcilerin dışında konseydeki arkadaşlar da geliyordu. Yetkileri eşdeğerdi yani. “Onlar temsilcidir” diye bir şey yoktu, onlar da geliyordu. Orada konuşulanları tabana taşıyıp orada tartışıyorlardı; oradan çıkanları da bize getiriyorlardı; biz de sendikaya götürüyorduk. Yani zincirleme bir örgütlenme vardı. Yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bir örgütlenme vardı Kavel’de.
Karar aşamalarında işçilerin de yetkisi var mıydı, komite ve konseylerin dışında?
Bir sözleşme yapamadık orada ama toplu iş sözleşmeleri hazırlanırken kararı komite ve konsey veriyordu; biz de sendikaya bildiriyorduk. Sendika da o kararı tartışıyor, yasal dayanaklarını anlatıyordu bize. Biz sendikaya üye olduktan sonra o dönem çok zor bir kış oldu. Kavel’den işçilere yapılan yardımda yakacak yoktu. İşçilere üçer dörder ton kömür istedik işverenden. İşveren “biz bu kömürü veremeyiz”, “sözleşmede yok” dedi. Ama Devrimci Metal-İş Sendikası ve işçi konseyleri karar almıştı. İşçilerle görüştük ve iş yavaşlattık; üretimi düşürdük. Sonunda işverenden, sözleşmede olmamasına rağmen bütün işçilere üçer
......
s. 162
ton kömür aldık. Devrimci Metal-İş’in katkısıyla onu işverenden aldık. Onun dışında saat ücretlerine yasal olarak müdahale edemiyorduk. İşyerinde yemek listesini işyeri konseyleri ve işçi temsilcileri yapardı. İşverenin yaptığı değil bizim sendikanın yaptığı listenin yemekleri çıkardı Kavel’de.
Şunu da soracağım, İsmet Yılmaza sormuştum, genel olarak herkese sordum ama İsmet Yılmaz çok ciddiye aldığı için özellikle sormamı istedi. “İşçi disiplini bizim için çok önemliydi” diyor, “haklarımızı almak için her türlü acımasızlığı yapıyorduk; işçilerin çalışma saatlerine, çalışma koşullarına uymaları, iş verimliliğiyle ilgili de son derece disipliniydik” dedi. Yani işçileri kayıran bir tavır yoktu.
Evet, şöyleydi, “eğer biz işverene karşı çıkacaksak, işverenin karşısına oturacaksak haklı pozisyonda olmalıyız.”
İşten kaytarma olmayacak, işverenin makinesine zarar verilmeyecek; biz işimizi yapacağız, yedi-sekiz saat çalışacağız ama hakkımızı da alacağız. Hakkımızı almak için de uğraşacağız. Ve bu, toplantıda söylenirdi işçilere. Yani bizim amacımız burada makineleri kırmak dökmek değil ya da işverenin üretimini bozuk çıkartmak değil; ha karar alınırsa üretim düşürülür, o başka bir şey. Fakat bilerek bunu yapan bir işçi arkadaş varsa, biz bunu işverene karşı kolay kolay savunamayız; çünkü doğru olmaz bizim açımızdan. Ama buna özen gösteriliyordu ve Kavel işçilerinin içerisinde o disiplin vardı; herkes işini en iyi yapmaya çalışırdı. “Biz haklı tarafta olalım” diye herkes uğraşıyordu.
Sendika ile sendika temsilcilerinin, komite ve konseylerin bir ayrıcalığı var mıydı?
Hayır, yoktu. İşyerinde sendikacıların sendika işlerini yapmak için günde iki saat gibi bir vakti vardı. Altı saat o sendika temsilcileri de konseydekiler de çalışırdı, yani hiç öyle bir ayrım yoktu. Yalnız günde iki saat sendikal çalışmayı yürütmeyle ilgili eğitimler ve çalışmalar vardı. Baş temsilci arkadaşımızın işi dört saatti, kullanmazdı. Birlikte çalışırdık, yani orada “işi bırakayım, kaytarayım” söz konusu değildi. Ayrıca “ben temsilciyim, vardiya yazmayın” gibi bir şey de olmazdı. Olsaydı, işçiler arasında bir inandırıcılığı olmazdı. Sen eğer konumunu kullanarak üretimden kaytarıyorsan işçiler bunu hoş karşılamaz.
......
s. 163
Eğitim çalışmalarınızın hedefi neydi?
Eğitim çalışmalarımız genellikle işyeri komiteleri ve işyeri konseyleri, sınıf mücadelesinin önemi, artıdeğer üretiminin ne olduğu gibi konular üzerineydi. Devrimci Yol dergisi okunurdu. Oturup tartışıyorduk bazen, sendikal toplantımız müsaitti buna. O iki saatlik süreçte konseyden arkadaşları çağırırdık. Vardiya dışı gelen arkadaşlar oluyordu. Diyelim 4’te işe gidecek, 2de gelen oluyordu, 4’te kart basacak, iki saat sendika odasında oturup sohbet edebiliyorduk. 4’te kartını basıp yine işbaşı yapıyordu. Üretimden koparıp eğitim çalışması diye bir şey yapmıyorduk. Bizde vardiya vardı. Vardiyada 4’te 10 kişi işe gidecek, 2’de diyorduk ki “o 10 kişi bugün 2’de gelsin” geliyorlardı o arkadaşlar, 2’den 4’e kadar duruyorlardı.
Bütün işçilere yönelikti yani...
Evet, öyle bir işçi çalışmasını yoluna koymuştuk, iyi de gidiyordu. Eğitim çalışmalarına bazen Sedat Şeyhoğlu gelirdi, bazen Kamer Teyhani gelirdi, bazen Celal İzci gelirdi. Biz yapardık, bölgeden arkadaşları da alırdık içeriye, onlar da gelirdi.
Tam da onu soracaktım. Bölgelerdeki direniş komiteleriyle işyerindeki komite ve konseylerin ortaklaştığı yerler ya da direniş komitesinde [12 Eylül öncesinde Devrimci Yol hareketinin faşist saldırılara karşı örgütlemeye çalıştığı halk komiteleri] olup aynı zamanda işyerindeki komitede olan arkadaşlarla kurulan bir ilişki ağı var mıydı?
Ben onlardan birisiydim mesela. Hem direniş komitesindeydik, hem işyerinde temsilciydim. Yani sürekli o bağlantıyı kuruyordum. 7-8 arkadaşım o şekilde hem direniş komitelerindeydi hem de işyeri komitesindeydi.
1980'e geldik...
1980’e geldik, toplu iş sözleşmelerine darbe oldu... Darbe oldu, tam da 12 Eylül gününe randevu alınmış, gidemedik... Ondan sonra da sendikalar falan yasaklandı... Bizler kaçak duruma düştük...
1980 geldi, birdenbire ilişkiler koptu...
......
s. 164
Bizim ilişkilerimiz pek kopmadı, sendikal anlamda koptu ama siyasal anlamda kopmadı. O dönem gerek bölgedeki arkadaşlar olsun, gerek diğer arkadaşlarımız olsun, bağlantılarımız hiçbir zaman kopmadı. 1983-84’ten sonra tamamen koptu... Ondan sonra 1988’de bir daha bir araya gelindi, sonra ÖDP süreçleri oldu. 1980’de askerî darbe sonrası ben gözaltına alındığım zaman, bizim fabrikada bir komite vardı. Ben çıkana kadar da benim çocuklarıma oradaki işçiler baktı.
Bu çok ilginç, çünkü Devrimci Yolun işçi çalışması dışındaki yakalanmalarda aileler fazlaca sahiplenilmedi ama işçi çalışması içerisinde yer alan arkadaşların tamamı şunu söylüyor “ben içeri girdim ama ben çıkana kadar çocuklarıma işçiler baktı.” İsmet Yılmaz da bunu söylüyor, Çeçen Karakoyun da.
Kavel’de bizim “yardımlaşma sandığı” diye bir sandığımız vardı. Oraya her işçiden ayda belirli bir miktar kesilir, ihtiyacı olan arkadaşlara oradan para verilirdi. Aydan aya maaşlardan kesilirdi. Kavel’deki işçiler olsun, Roche’daki işçiler olsun bana o dönem bir vaka anlatmışlardı. Sabri diye bir avukat varmış, bizim avukatımız çoğunlukla Kemal Keleşoğlu’ydu. “Ücretini ödediler, neden tutuyorsunuz?” dedim. “Kemal Ağabey bizim avukatımız, eşi geldi ziyaretimize, Kemal Ağabey var yeni bir avukata gerek yok” dedim. Onlar tutmuşlar yani... Kavel’deki işçiler de ben cezaevindeyken bana harçlık gönderiyordu; evimin ve çocuklarımın tüm ihtiyaçlarını Kavel ve Roche işçileri karşıladı. Bunu eşimle konuşsanız o da aynı şeyi söyler.
Bu konunun üstünde birazcık durmak istiyorum. Yani bizi kimse arayıp sormadı. 12 Eylül geldi, yakalandık, Kamer girdi çıktı; bir tek bize ait değil, o dönem işçi çalışması içinde olan bütün arkadaşlar için geçerli; herkes kendi kabuğuna çekildi. Ama işçi çalışmasında başka bir şey vardı.
O biraz da sınıf dayanışmasıyla ilgili. Sınıf içerisinde iyi bir izlenim bırakmışsan, gerçekten işçi sınıfı sana sahip çıkar, bunu ben bire bir yaşadığım için biliyorum. Benim oğlum Ulaş’ın bir rahatsızlığı vardı, küçükken elleri yanmış, parmakları birleşmişti; Roche işçileri ben içerideyken onu götürüp muayene ettirdiler Cerrahpaşa’da. Vücudundan et aldılar ve açtılar parmaklarını;
......
s. 165
bunu ben içerideyken yaptırdılar. Hatta ben eşime “yaptırma, ben çıktığım zaman yaptırırım” demiştim. Bir gün ziyaretime geldi, Ulaş’ı da getirmiş. Ulaşa demiş ki “babana gösterme”. Ama o elini çıkarttı, “baba bak” dedi. Bu işte sınıf dayanışması.
Bir de o işyerinde ve o bölgedeki devrimci arkadaşların üzerinde bırakmış olduğun izlenimle ilgili. Çünkü şunu biliyorlar ki “bu arkadaş burada bizim için mücadele etti, bize üç ton kömür almak için mücadele verdi.” Kavel’de, Roche’da, Phillips’te durum aynıydı. Roche, kimya işkolunda bir işyeriydi. Orada da çok örgütlüydük yani, Petrol-İş’teydi orası. Sanırım Behçet Dinlerer’in eşi Ayşegül (Devecioğlu) ilgileniyordu...
Bir de şu var: İçeriden çıktık, o zaman ben işsizdim; üç ay sırf fabrikadan arkadaşların getirmiş olduğu erzakla geçindik. Kavele gittim, beni işe almadılar, “biz seni işten attık” dediler. “Neden?” diye sorduğumda, “üç gün üst üste işe gelmedin” dediler. “Keyfimden gelmedim değil, gelemedim” dedim. Biraz mücadele sonucunda tazminatımı aldım. Maslak’ta “Büfe” diye bir fabrikada üç gün çalıştım. Dördüncü gün çağırdı beni muhasebe ve “seni burada çalıştıramayız, sendikalısın, bir aylık maaşını da veririz” dediler. “Üç günlük maaşım dahil sizden hiçbir şey istemiyorum” dedim, almadan çıktım. Sonra başka bir yere gittim, oradan emekli oldum. Ulaş rahatsızdı, özel bakım gerekiyordu. Ben işsiz olduğum için, her ay bölgedeki arkadaşlar 10 lira para gönderiyordu ve ben Ulaş’ın bakımı için harcıyordum o parayı. Daha sonra işe girince, “artık bana göndermeyin, ihtiyacı olan başka birine gönderin” diye haber yolladım. Böyle bir dayanışma vardı yani.
Bu örnekler çok güzel. Peki, şunu soracağım, 12 Eylülün geleceği bir sene öncesinden tartışılmaya başladı ve buna yönelik birtakım çalışmalar yapılıyordu. Ne oldu da biz hiçbir direniş gösteremeden bu yenilgiyi yaşadık?
12 Eylül geldiği zaman Türkiye’nin durumuna baktığında manzara şuydu: Birçok işyeri grevdeydi ve o grevler bir anda bıçak gibi bitti, herkes işbaşı yaptı. DİSK, işçi sınıfı olarak direnmiş olsaydı, devrimciler destek olurdu buna. DİSK teslim oldu. Abdullah Baştürk’le de konuştuk biz o dönem. 500 bin-1 milyon insan 1 Mayıslara geliyordu. Ne oldu da birden her şey
......
s. 166
bitti? O grevlerin bitmesi, insanların üstünde baskı oluşturdu. 12 Eylülden sonra yine devrimci eylemler oldu, devrimci mücadeleler yaşandı. Yani bugünkü burjuva basının yazdığı, televizyonun söylediği gibi kabuğuna çekilmedi kimse; bir sürü insan mücadele etti.
Tabana değil de örgütün yöneticilerine bakmak lazım. Yöneticilerden yakalananlar oldu, altta o hareketlilik olamadı. Yurtdışındaki birtakım tartışmaların, Suriyedeki tartışmaların yansımaları falan da oldu; çok daha derinlemesine bakmak lazım bu süreçlere. ...
kaynak: Şehriban Teyhani, Ateşi Çalan Yolcular - 1: Kamer Teyhani Kitabı, Ayrıntı Yay., Nisan 2000, Birinci Basım, s. 154-166
bu kitap hakkında bir tanıtım yazısı: https://sendika.org/2020/09/atesi-calan-yolcular-kamer-teyhani-kitabinin-gundeme-getirdikleri-596024 veya https://archive.md/SywAE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder