"... O zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz: Burjuva muhalefetin yenilgisine de zaferine de ortak olmayalım! Biz kendi işçi-emekçi ittifakımızı inşa edelim ve kendi bağımsız sınıf siyasetimizi yapalım!"
İmamoğlu’nun kapının önüne koyduğu işçilerin “‘Her şey güzel olacak’ diye oy verdik, çalıştık, sandıklara sahip çıktık. Karşılığında adam bize zulüm yaptı” dediğini aktardı.
Yine de arkadaş onları bir noktada eleştiriyor: "Kendilerine de söyledim, sadece ‘işimizi geri istiyoruz’ diyorlar, başlarına bunlar gelmesine rağmen siyasi bir mesaj vermeye çekiniyorlar." Arkadaş sendikalara da tepkiliydi: “Sendikalar da sessiz. DİSK nerede? Genel-İş, Tez-iş, Tez-Kop-İş nerede? Neden bu işçilere sahip çıkmıyorlar?”
Bunları söyledikten sonra şunu da eklemeden edemedi:
“Ama içim rahat. Neyse ki İmamoğlu rüzgarı estiği sıralarda biz onun da patronların adamı olduğunu söylemiştik. Bunu ilk söylediğimiz zaman en yakınımızda olanlar bile bize tepki gösteriyordu. Ama şimdi onların da gözleri açıldı.”
Gerçekten de gerek seçimden önce İmamoğlu furyasının estiği dönemde (Evrensel gazetesinde İmamoğlu’nun “süpermen” olarak tasvir edildiği dönemde) gerekse de seçimden sonra pek çok sol çevrenin açık veya örtülü dahil olduğu “mazbatayı ver” kampanyası sırasında, biz İşçi İttifakı olarak “ne ‘cumhur’ ne ‘millet’ ittifakı, yaşasın İŞÇİ İTTİFAKI!” şiarını yükseltiyor, kendisi de bir patron olan İmamoğlu’nun patronların adamı, TÜSİAD’ın adamı olduğunu karşı yönden esen şiddetli rüzgara rağmen çevremizdeki işçilere anlatmaya çalışıyorduk. İşçi İttifakı bu bağımsız sınıf çizgisiyle ve “yoksulluk sınırının üzerinde asgari ücret”, “6 saatlik işgünü”*, “tüm göçmenlere yurttaşlık”, “işçiler birleşin iktidara yerleşin” gibi net şiar ve talepleriyle bir süre oldukça ses getirdi, katıldığı eylemlerde bütün çevrelerden işçilerin dikkatini çekti ama - gerek bizim eksikliklerimiz gerekse de bazı arkadaşlarımızın bizimkine göre görünüşte daha “çekici”, daha fazla grubun desteklediği ama son tahlilde birilerinin seçim çalışmalarına malzeme olmaktan öteye gidemeyen (ki biz böyle olacağını söylemiştik demeden edemiyoruz) küçük-burjuva projelere kapılmaları sonucunda - kısmen akamete uğradı. Ne mutlu ki şimdi pek çok örgütçü işçi arkadaşımız "keşke İŞÇİ İTTİFAKI çalışmasına ara vermeseydik, yeniden bu çalışmayı başlatmalıyız" diyorlar.
Bugün ise İmamoğlu balonu patlamış durumdadır ve en azından işçilerin ileri kesimleri şu anda 6’lı masada pazarlık yapan, en solu “CHP” olan burjuva muhalefet partilerinden umutlanmak için zamanında İmamoğlu için umutlanmaktan daha fazla neden olmadığını çok daha iyi anlamış durumdalar.
O zaman da söyledik, şimdi de söylüyoruz: Burjuva muhalefetin yenilgisine de zaferine de ortak olmayalım! Biz kendi işçi-emekçi ittifakımızı inşa edelim ve kendi bağımsız sınıf siyasetimizi yapalım!
Ezilen ve sömürülen milyonların kendilerine korkunç bir sefaleti yaşatan ve gittikçe daha da despotlaşan mevcut AKP-MHP-Saray hükümetini daha fazla sırtında taşıyacak gücünün kalmadığı açıktır. Bunun karşısında “Millet İttifakı” adı altında bir araya gelen, başını CHP ve İYİP’in çektiği burjuva muhalefet ise iktidara gelmesi halinde çok da farklı bir siyaset izlemeyeceğini İstanbul, Ankara, İzmir ve kontrol ettiği diğer yerel yönetimlerde işçilere karşı tavırlarıyla ve diğer uygulamalarıyla şimdiden ortaya koyuyor.
“Tek adam düzenini bitirmek” bahanesiyle (sanki bir torba burjuva adam ve madam “tek” burjuva adamın yaptığı aynı pislikleri yapamazmış gibi) bu burjuva muhalefete açık ya da üstü örtülü destek veren herkes, onların iktidarında işleyecekleri suçların ortakları olacaktır. Biz "millet ittifakı iktidarının devrimci muhalefeti olmaya adayız", "restorasyonun sol bacağı olmayız" vb. desteksiz atışlar bu gerçeği değiştiremez.
Veda etmeden önce işçi arkadaş bir dizi çevrenin bir araya getirerek oluşturduğu “birleşik demokratik çoğulcu emek siyaseti” yapacağız, “işçi emekçi hükümeti kuracağız” gibi çok büyük iddialarla kurulan - kendisinin de içinde yer aldığı - bir platform hakkında bir son dakika haberi verdi:
“O çalışma fiilen dağıldı. Kurucu partilerden biri HDP’yle pazarlık yapıp iki milletvekili kontenjanı alınca bu çalışmayı bırakmak istediğini bize bildirdi.”
Biz en başından sözüm ona “asgari müşterekte buluşma” anlayışıyla kurulan bu ve benzeri platformların işçi sınıfına faydalı olamayacağını, küçük-burjuva sol çevreler tarafından büyük iddialarla girişilen benzer pek çok girişimin uzun ömürlü olmadığını, birilerinin seçim kampanyalarına malzeme olmaktan öteye gidemediğini, bunun da aynı kaderi paylaşacağını açıkça söylemiştik.
- “Sen nasıl KHK’lı işçilerle İmamoğlu konusunda haklı çıktıysan, biz de bu girişim konusunda haklı çıktık, ne dersin?”
- “Doğrudur.”
- “Toplantılar, web sitesi, metinlerin yazılması vb. çalışmalarla bu iş için toplam ne kadar zaman harcamışsındır tahminen?”
- “150 - 200 saat gitmiştir.”
Gerçekten küçük-burjuva çevrelerin işçi sınıfına, örgütçü nitelikleri olan sınıf bilinçli işçilere verdiği muazzam zararı arkadaşla yaşadığımız bu diyalogdan daha iyi anlatan bir şey bulmak zordur. Karşımızda sadece sahte çareleriyle burjuvazi yok. İleri ve örgütçü işçilerin etrafı aynı zamanda çeşitli renklerden “sol” kılığında küçük burjuva çevrelerle sarılı. Bu kesimler sınıf bilinçli işçilerin değerli zamanını büyük iddialarla girişilen temelsiz projelerle harcamakta adeta uzmanlaşmıştır ve bütün bu çabaları kendi dar grup çıkarlarına tahvil etmekte faturası her zaman işçilere ödetilen şiddetli bir rekabet içindedir. Ve yukarıda sözünü ettiğimiz müteveffa plaftormu oluşturan gruplar söz konusu küçük burjuva çevre ve “parti”lerin en küçükleri ve en etkisizleridir. Çok daha büyük ve örgütlü olanların işçi sınıfına boşa harcattığı zaman ve enerjiyi varın siz hesaplayın!
Bu kesimler burjuva muhalefetten farklı olarak “patron partilerinden ve siyasetinden bağımsız” hareket eden, “işçi iktidarı”nı hedeflediğini ilan edebilmekte, bu sayede benzer arayışlar içinde olan işçileri yanlarına çekebilmekte, onların çok daha yararlı işlerde harcanabilecek değerli zamanını, bazen yıllarını harcayabilmekte, sonuç ise hep hüsran olmaktadır.
Ne var ki, bu hedeflere yönelik net bir programla ortaya çıkmak, buna uygun şiarlar oluşturmak şöyle dursun, ilkesiz taktikleriyle takipçilerini son kertede birbiriyle rekabet eden burjuva partilerden ya da koalisyonlardan birinin kuyrukçusu haline getiriyorlar.
İşçi sınıfının küçük-burjuva grupların “çoğulculuk” fantazilerine (yani her kafadan bir ses çıkmasına ve işçilerin tutarsız hedef ve şiarlarla tamamen şaşkına çevrilmesine), bitmez tükenmez gruplar diplomasisine ve didişmesine, bazı küçük-burjuva kariyeristlerin mecliste sandalye kapabilmeleri için (onları sorarsanız bir meclise girseler ve meclis kürsüsünü kullansalar adeta devrim olacaktır!) kullanılmaya ve bütün bu saçmalıklar için yüzlerce ve binlerce saatlerinin harcanmasına ihtiyacı yoktur. Onların işçi sınıfının acil ve nihai ihtiyaçlarını net şekilde ortaya koyan bir program etrafında bütün ezilen ve sömürülen sınıfları toplayabilecek bir siyaset için zamanlarını harcamaya ihtiyacı vardır.
Bu yüzden gerçekten işçi iktidarı için bağımsız sınıf mücadelesi vermek isteyen işçilerin yalnızca burjuva muhalefetle yolunu ayırması yetmez, küçük-burjuva “dostlardan” da kurtulması gerekir.
Bir kez daha:
Ne “cumhur”, ne “millet” ittifakı, ne de onların kuyruğundan giden küçük-burjuva “sol” ve “demokratik” ittifaklar!
Yaşasın işçi sınıfının iktidarı için İŞÇİ-EMEKÇİ İTTİFAKI!
SINIF POLİTİKASI
...
* 6 saatlik işgününü günümüzde bazı küçük-burjuva “sol” çevreler de savunmaktadır. Pek çoğu “Marksist” olma iddiasındaki bu çevreler Marksizmden ne kadar habersiz olduklarını belgelemek için olsa gerek, işgününün 6 saate indirilmesinin istihdamı ciddi oranda arttıracağını, işsizliğe en önemli çare olacağını savunuyorlar. Oysa Kapital’in işgünüyle ilgili sayfalarına biraz olsun göz gezdirmiş olan herkes, işgününün sınırlandırılmasının sayısız olumlu sonuçları olsa da kesinlikle istihdamı arttırmak gibi bir etkisi olmak zorunda olmadığını kolayca öğrenebilir. Kapital’i okumaya üşenen “marksistler”imiz en azından mantıklarını kullanıp şunu gözönünde bulundurabilirler ki, belli bir tarihten itibaren pek çok kapitalist ülkede işgünü işçi sınıfının mücadelesi sayesinde sürekli azalmasına, 12 hatta 14 saatlerden 10 saat, 8 saat hatta bazı ülkelerde 8 saatin altına düşmüş olmasına rağmen aynı ülkelerin çoğunda işsizlik ortadan kalkmak ya da ciddi oranda azalmak bir yana kronik (üretim ne kadar artarsa artsın kayda değer ölçüde azalmayan) bir nitelik kazanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder