29 Mart 2023 Çarşamba

"Halkçı Kemal" ve "bürokrat Kemal"in sınıfsal konumu üzerine ilginç bir materyal

"… Modern toplumda erkin elinde bulunduğu özel katman bürokrasidir. Bu organın modern toplumda egemen olan burjuva sınıfıyla doğrudan ve son derece sıkı bağı, gerek tarihten (bürokrasi, burjuvazinin feodallere karşı, genelde “eski soylu” düzenin temsilcilerine karşı ilk politik aracıydı ve politik egemenlik arenasına safkan toprak sahiplerinin değil, soylu olmayan aydınların, “küçükburjuvazi”nin ilk adımı atışını ifade ediyordu), gerekse de sadece burjuva “halk evlatları”nın girişine açık olan ve bu burjuvaziyle en güçlü binlerce bağla bağlı bu sınıfın oluşum ve saflarına adam alma koşullarından açıkça anlaşılmaktadır. (…) her türlü bürokrasi, gerek tarihsel kökeni, gerekse de mevcut kaynağı ve amacı itibariyle katıksız ve salt burjuva bir kurumdur..." 
(Lenin, Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve'nin Kitabındaki Eleştirisi, TE, Cilt 1)

Bir dönem CHP'de yöneticilik de yapmış olan Prof. Yahya Tezel'den Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin tepesine getirilişi (ve Kılıçdaroğlu'nun CHP yönetimine tepeden inme getirdikleri) hakkında ilginç bazı gözlemleri çok sınırlı bazı yorumlarımızı katarak paylaşıyoruz. Görüşümüze göre, burada verilen bilgileri Lenin'in yukarıda aktardığımız bürokrasinin sınıfsal niteliği üzerine sözleriyle karşılaştıran herkes "namuslu bürokrat" kimliğiyle her fırsatta övünen Kemal Kılıçdaroğlu'nun (hakeza onun Faik Öztrak gibi akıl vericilerinin) burjuva elitist sınıfsal konumunu gayet iyi kavrayabilecektir - İşçi Sınıfının Kurtuluşu.


"... Ben farklı olan bir “askeriye” yani ayrıcalıklı “devlet görevlileri” sınıfının varlığını ilkokul yıllarımda, ama özellikle 1952’de TED Ankara Koleji’nde yatılı öğrenci olduktan sonra ayırt ettim. ... Mülkiye’deki hocalık hayatım ve 1976’dan sonra CHP’de çalışmam ve CHP’yi içinden, perdenin arkasından bir miktar görme fırsatı bulmam bunu iyice netleştirdi. Konu zihnimde berraklaştı. ... Kemal Kılıçdaroğlu’nun son kurultayda Parti üst yönetimi için kendi kadrosunu oluşturmasının biçimi bu rahatsızlığımı şiddetli bir şekilde arttırdı. CHP’yi yeniden, sosyal demokrat bir parti gibi değil, İkinci Abdulhamid’in mabeyin kapısında yaşayanlar partisi gibi algıladım. Gürsel Tekin gibi birkaç kişinin oluşturduğu farklılığa rağmen, CHP, ağırlıklı olarak bir “paşazadeler”, “beyzadeler” partisi gibi görünüyor bana.

Birkaç örnek verelim. Gülsüm Bilgehan hanımefendi, ki gerçekten büyükannesi Mevhibe Hanım gibi hanımefendi bir insan olduğunu hissediyorum, İsmet İnönü’nün torunu olduğu için siyasette bulunuyor. Prof. Dr. Hurşit Güneş Bey, kendisi siyasete, babasının verdiği soyadı ile değil bileğinin gücüyle girmiş Turan Güneş’in oğlu olduğu için siyasette bulunuyor. Arasının iyi olmadığı söylenilen eniştesi Prof. Dr. Sencer Ayata da, aynı Turan Güneş’in damadı olduğu için siyasette bulunuyor. Faik Öztrak, Mülkiye Mezunu ve Atatürk ve İnönü dönemlerinde milletvekilliği, TBMM Başkanvekilliği ve Dâhiliye Vekilliği yapmış olan dedesi Faik Öztrak’ın torunu ve Öztrak soyadını taşıdığı için İçişleri Bakanlığı yapmış olan Orhan Öztrak’ın oğlu ve gene taşıdıkları soyadlarından ötürü TRT Genel Müdürlüğü yapmış Adnan Öztrak’ın ve Devlet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yapmış İlhan Öztrak’ın yeğeni olduğu için siyasette bulunuyor. Faik Öztrak’ın muhteşem bir soyadı, “devlet gibi” bir ailesi var. Öztrak’lar, akraba oldukları Göle’ler ve İnan’larla birlikte Ankara’nın perde arkasındaki iktidar oyunlarının en güçlü aile ağlarından birini oluşturuyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin üst lider kadrosuna taşıdığı çok ilginç bir başka isim de Osmanlı’yı Cumhuriyet’e bağlayan bir quasi-aristokratik [yarı-soylu] ailenin çocuğu da Osman Korutürk. Osman Korutürk, İttihat Terakki’nin önde gelen isimlerinden olup Cumhuriyet'in kurucu kadrosunda da yer almış Salah Cimcoz’un torunu ve Cumhuriyet’in altıncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün oğludur. Dışişlerinde kendi bileğinin hakkı ile kariyer yapmış olsa da, Türkiye’nin dış politikası ile ilgili kamuya yansımış herhangi bir analizi, fikri olmayıp, siyasete getirilişinde siyasi faaliyetlerinin rol oynadığının söylenmesi imkânsız gibidir. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin üst yönetimine taşıdığı kadroda örneği arttırılabilecek bu arkadaşların sınıfsal ortak özellikleri çarpıcıdır. Bu çarpıcı özellik CHP liderini “solda” değil, Ankara’nın perde arkasındaki iktidar yapılarında, devleti özellikle 1960’dan sonra, “babasının tapulu malı gibi” kendine ait bir yapılanma olarak algılamış ve "fıstık gibi" kullanabilmiş belirli bir iyi aileler ağı ve bu ağın iç içe olduğu devlet geleneğine dayandığı için “sağda” konumlandırmaktadır.

Bu süreçteki asıl garabet, Osman Korutürk gibi birçok insanın, üyesi olmadıkları bir partinin genel başkan yardımcısı yapılmalarıdır. Bir diplomatın çok iyi bir teknisyen olduğu varsayılıp bir CHP hükümetinde dış işleri bakanı yapılması belki makul, "normal" görülebilir. Ama hiçbir siyasi kimliği, deneyimi, iddiası olmayan Osman Korutürk bir CHP hükümetinde dış işleri bakanı değil, düne kadar üyesi olmadığı Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkan yardımcısı yapılmıştır. Açıktır ki bir partinin genel başkan yardımcılığı, bir genel başkanın danışmanlığından farklıdır. Osman Korutürk genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu'na dış politika danışmanı olarak atanmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi'ne dış politika konularından sorumlu genel başkan yardımcısı olarak atanmıştır. Şimdi sormak gerekir. Cumhuriyet Halk Partisi devlet dairesi midir? Bir siyasi parti nedir? Bir siyasi parti teşkilatı ile mesela Maliye Bakanlığı teşkilatı arasında bir fark var mıdır? Varsa nedir? Bir siyasi partiye müsteşar ya da genel müdür atanır gibi genel başkan yardımcısı, genel sekreter atanır mı? Dünyanın hangi demokrasisinde buna benzer bir saçmalık görülmüştür?

CHP tarihinde, kurultay delegelerinin bu kadar saçmalık karşısında bu kadar sessiz kaldıkları, siyasi basiretin bu kadar buharlaşıp uçtuğu, adı parti olan bir yapının siyaseti bu kadar yerin dibine gömdüğü bir başka kurultay hatırlamıyorum.

Bu durum nasıl açıklanabilir? Ne olmuştur? Nasıl olmuştur? 

Siyaset bilimi doçentliği yapmış bir Deniz Baykal sadece "kaset şoku"ndan ötürü mü bu gelişmeler karşısında sessiz kalmıştır? Örgüt örgüt diye diye ömrümü CHP'de tüketmiş bir Önder Sav'ın, önce en yüksek perdeden siyasi parti olmanın ne anlama geldiğine dair bir dersi Kılıçdaroğlu'na veriyormuş gibi yapıp sonra aniden tamamen seyirci rolüne geçmesi nasıl açıklanabilir? Bunca yılın CHP teşkilatının sorumluluğunu taşıyan parti yöneticileri ve Kurultay delegeleri tanımadıkları kişilerin, teknisyen meknisyen değil, doğrudan doğruya genel başkan yardımcısı olarak kendilerini yönetmek üzere tepeden indirilip tayin edilmesini nasıl olağan bir olay gibi görmüş, nasıl hazmetmişlerdir? Cumhuriyet Halk Partisi'nde teşkilat içinde çalışmayanlar, teşkilatı tanımayanlar, teşkilat tarafından tanınmayanlar, partili olmamış insanlar kadrosu Cumhuriyet Halk Partisi'nin yönetimini nasıl devralmışlardır? Bu sadece ve sadece bir iyi düşünülmemiş tüzük değişikliğinin yarattığı öngörülmemiş bir boşluğa yol açmasının seçimlere gidildiği bir süreçte, seçim kazanma sözü veren ve kendisi de fazla sınanmamış bir genel başkanın tekerine çomak sokmamak endişesi ile insanların sessiz kalmaları şeklinde açıklanabilir mi? Sanmıyorum.

Bir demokraside bir siyasi partinin lideri, değil seçim zaferi cennet vaat etse dahi, o partinin üyesi olmamış, o partinin kadrolarının tanımadığı ve o partinin kadrolarını tanımayan bir "takımı" gökten zembille indirir gibi o partinin yönetimine getiremez. Eğer böyle bir şey oluyor ise o yapı bir demokrasinin yapısı değildir ve o parti bir siyasi parti değildir.

Bir insanın bir siyasi partinin genel başkan yardımcısı olabilmesi için, o partiye üye olmuş olması, yıllarca başka partililerle çalışmış olması, öteki partililerin onu, onun öteki partilileri tanımış olması, partililerin onda güvenilirlik ve liderlik vasıfları görmüş olmaları gerekmez mi? Partililerin tanımadığı ve partilileri tanımayan bir insanın bir siyasi partinin genel başkan yardımcısı seçilmesi nasıl açıklanabilir? Bundan daha büyük saçmalık olabilir mi? Güzellik yarışması mı yoksa parti meclisi seçimi mi yapıldı CHP kurultayında? Bir partinin genel kurulu, nasıl ve hangi hakla siyasi yöneticilerinin seçimini bir genel başkanın tek seçiciliğine bırakabilir? Ve nasıl bir dünyada bir genel başkan partisine üye olmamış, partilileri tanımayan ve partililerin tanımadığı çok büyük olasılıkla kendisinin de tanımadığı, iyi tanımadığı birilerini beğenip getirip o partililerin tepesine parti yöneticisi olarak koyabilir? Nedir bu? Yeniçeri Ocağı'nda bile Ağa yapılmanın bir raconu vardı? Yeniçeriler "mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" diyebiliyorlardı.

... Bu yapılanmada beni asıl rahatsız eden, bu tür sosyolojik yapısı kapı kulu ile güya aristokrasi melezi olan, sınıfsal konumları nedeni ile cımbızla seçilir gibi CHP’nin üst yönetimine taşınan, sonra da devletin üst yönetimine taşınmak istenilen bu kadronun ciddi bir “hakkaniyetsiz rekabet” meselesi yaratmasının ötesinde, büyük bir siyasi etkililik riski de yaratmasıdır. Ehliyet, zekâ ve karakterin sınandığı uzun siyasi ayıklama süreçlerinden geçmeden aniden tepeye taşınmış bir siyasetçi kadrosunda kalitesizlik problemi nasıl çözülebilir ki?

Beni rahatsız eden üçüncü husus ise şudur. Bir genel başkanın, son gelişmelerde olduğu gibi, daha önce birlikte çalışarak tanıma fırsatı bulmadığı ve birbirini de tanımayan, kendi parti kadrolarının da tanımadığını bir “beyzade” ve güya “teknisyen”ler heyetini ani bir şekilde sahneye çıkartması, bu “beyzade” güya “teknisyen” heyetin şekillendiği bir başka mutfağı gerektirir (bu "başka mutfağın" neresi olabileceği hakkında bkz. "CHP Koç'un Marinasından Yönetiliyor"). Böyle süreçlerin olmazsa olmaz perde arkası mekanizmaları, ilişki ağları vardır. Ben Kemal Kılıçdaroğlu ile Osman Korutürk’ün eskiye inen bir tanışıklığı olmadığından eminim. Gene mesela Osman Korutürk ile mesela Sencer Ayata’nın da eskiye inen bir tanışıklıkları olmadığından eminim. Ve merak ediyorum kim birbirini tanımayan bu iki insanı Kemal Kılıçdaroğlu’na telkin etti? Bu “beyzade” güya teknisyen heyeti oluşturup öne süren ağ Masonluk mu? Güçlü aileler ağı mı? Ne? Kemal Kılıçdaroğlu hangi verilere dayanarak bu insanların paraşütle siyasete indirilmelerinin Türkiye’deki ve Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki siyaset süreçleri için çok faydalı olacağını, bu insanlarda keşfedilmemiş siyasetçi potansiyeli yattığına karar verdi? Bunun neresi Halkçılık? Bunun neresi siyaset?

...

Kılıçdaroğlu’na bu kadroyu kim telkin etti? Bunun izini sürmeden CHP’nin nasıl bir parti olduğunu anlamak olanaksızdır. Acaba sorun Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisinin de aynı perde arkasında görünmeyen ilişkiler ağının bir gecede paraşütle siyasete indirdiği biri olması ile ilişkili olabilir mi? Tam değil. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, Enderun’lu da değil, “beyzade” de değil. Ama mütevazı aile ve eğitim kökenleri, bürokrasideki kariyerinde, Türkiye siyasetinin perde arkasındaki görünmez güç ilişkisi ağlarının imkânlarını kullanarak ilerlemiş olması ihtimalini sıfırlamıyor elbette. Kemal Kılıçdaroğlu, memurluğunu CHP ile sıkı ilişiler içinde olmuş olan “sol” seçkin bürokratik iktidar yapıları içinde yapmaya başlamış ve büyük bir olasılıkla bu sayede ilerlemiş biri gibi görünüyor. [Aslında Kılıçdaroğlu herhangi bir anlamda "sol" çevrenin değil, organik Demirelci ekibin bürokrasi ve İş Bankası yönetimindeki "güvenilir adamı" olarak tanınmıştır. CHP'nin başına gelir gelmez yaptığı ilk işlerden biri de Demirel'in has adamlarından Haberal'ı milletvekili yaparak ona ihtiyacı olan dokunulmazlığı sağlamak olmuştur. Kılıçdaroğlu'nun geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladıktan sonra ilk ziyaretini Haberal'e yapması da bir tesadüf olmasa gerektir. - İ.S.K.'nun notu.]

Perde arkasındaki güç ilişkisi ağlarının varlığını bana en çok göstermiş olan bir kariyerin sahibi de Yavuz Ege. Yavuz Ege ile ilgili biyografik bilgi ararken tesadüf ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun bürokrasi temelli teknokratik/siyaset yapılanmalarına aşina olduğunu gösteren bir ipucu elde ettim. Ama öce Yavuz Ege örneğine bakalım. 

...Yavuz Ege Mülkiye Mezunu ve İngiltere Kent Üniversitesi’nde iktisat doktorası yaptı. Türkiye’nin iddialı orgenerallerinden birinin kızı olan Aylin Hanımla evlendi. DPT’deki kariyerinden sonra şaşırtıcı bir bürokratik kariyer yaptı. 1990’lı yıllarda, dört farklı hükümet Yavuz Ege’yi ard arda bürokraside en üst düzeylerdeki görevlere atadı. Öyle ki, Yavuz Ege 1993-1996 arasında Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı ve Tansu Çiller’in başbakanlığı sırasında DPT Müsteşar yardımcılığına getirildi. 1996’da Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümeti sırasında Rekabet Kurumu üyesi ve 1997-1999 yıllarının Mesut Yılmaz hükümeti sırasında Dış Ticaret Müsteşarı ve YÖK üyesi olarak atandı. Bütün bu atamalar sırasında Süleyman Demirel gene Cumhurbaşkanı idi. Şimdi birbirinden siyasi olarak farklı üç başbakan ve hükümet tarafından peş peşe bu kadar önemli görevlere atanması için, ya Yavuz Ege’nin ya atandığı görevlerle ilgili çok üstün teknik ve yöneticilik becerileri olması, ya da kendisine yürü ya kulum yürü diyen bir arka plan, güçlü aile ilişkileri, perde arkası güç ağları olması gerekmez mi? Gerekir. Peki, Yavuz Ege’nin Türkiye’nin DPT müsteşar yardımcısı, Dış Ticaret müsteşarı, Rekabet Kurumu üyesi ve YÖK üyesi olarak atanmayı hak eden teknik ve yöneticilik vasıflarına sahip, müstesna bir bürokrat olduğunu iddia edecek tanıyanları öne çıkar mı? Sanmıyorum. Acaba bir iddialı orgeneralin damadı olmasa, bürokratik iktidar yapılarını etkileyen perde arkası güç ağları üç farklı başbakana peş peşe Yavuz Ege adını fısıldamış olmasa Yavuz Ege'nin böyle bir kariyeri gene de yapmış olacağı ihtimalini inandırıcı bulur musunuz? Gene sanmıyorum.

Yavuz Ege hakkında biyografik bilgi ararken internette, Ulusal Politika Araştırma Vakfı ile karşılaştım. Başkanı Yavuz Ege. Vakfın Kurucuları ve yönetim kurulu üyelerinden biri de Kemal Kılıçdaroğlu. Nominal olarak baktığımızda bunda hiçbir tuhaflık yok. Eğer tabi bu ve benzeri vakıflar, açıkça kuruluş amaçları ile ilgili faaliyetleri yürütmek için kurulur ve çalıştırılırsa. Ama eğer Türkiye siyasetinin arka planının görünmeyen güç ağları ile bir güya sivil toplum örgütleri ağı iç içe geçmiş ise o zaman olay değişir.

Türkiye’yi siyasette ve bürokraside idare etmek görevinin Tanrı tarafından kendilerine verildiğini vehmeden bir “kast”ın varlığını görüp deneyimleyerek 69 yaşıma geldim. Ve bu kastı sevmiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi arka planda devletle oynama hakkını kendinde gören bir emekli ve muvazzaf generaller, emekli ve muvazzaf büyükelçiler, emekli ve muvazzaf profesörler, emekli ve muvazzaf hâkimler kastının kontrol ettiği bir parti midir? Cumhuriyet Halk Partisi, adındaki “halk”ın siyasete katılmasını mı sağlıyor? [Aslında günümüz Türkiye'sindeki  yalnızca CHP'nin değil burjuva partilerinin çoğunun arka planda bu "kast" tarafından yönetilmekte veya yönlendirilmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyoruz - İ.S.K.'nun notu].  Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun kabiliyeti ve dünya görüşüne dair hiçbir şey bilmediğimiz İkinci Faik Öztrak’ı bir gecede paraşütle CHP genel başkan yardımcılığına taşıması mı sağlıyor?..."

kaynak: https://web.archive.org/web/20120215125617/http://www.yahyatezel.com/thoughts_2.php?no=35

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder