3 Şubat’ta ABD'nin Ohio eyaletindeki East Palestine kasabasında zehirli kimyasal madde taşıyan 150 vagonlu trenin 50 vagonunun raydan çıkmasının ardından patlamalar meydana geldi. Patlamalar sonrası yüksek miktarda zehirli kimyasal çevreye yayıldı. Bu olay potansiyel olarak Çernobil boyutunda bir felakete yol açabileceği için ABD basınında "ABD'nin Çernobil'i" olarak anılıyor.
Türkiye’deki burjuva muhalefet ve onun kuyrukçusu küçük-burjuva sol Maraş depremlerinden sonra tüm sorunun dincilikten kaynaklanan “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlikten” (bkz. Aydemir Güler) kaynaklandığını defalarca dile getirdi.
Halbuki bizdeki depremlerden daha birkaç gün önce, kapitalist gelişmişlik düzeyi açısından bizden çok daha ileride olan, “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlik” sorunu olduğuna dair pek bir eleştiri görmediğimiz, burjuva muhalefetin başı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun en son bilimsel ve teknolojik gelişmeleri “yerinde” görmek üzere ziyaret ettiği, önde gelen burjuva bilim adamlarımızın en zeki ve çalışkan olanların en iyi görevlere getirildiğini söyledikleri ABD’de bir tren kazasından sonra ortaya çıkan devasa boyuttaki bu çevresel felaket, tüm doğal ve çevresel afetlerde kitlelerin ödediği faturanın asıl nedeninin “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlik” değil, kapitalizm olduğunu gösteren bir ders niteliğindeydi.
Kazadan hemen sonra, kazanın meydana geldiği yaklaşık 4 bin 700 nüfuslu East Palestine kasabasında yaşayanlar bir süreliğine tahliye edildi.
Ohio Valiliği’nin bu felaketi olduğundan küçük göstermeye çalıştı. New York Post gazetesi trenin taşıdığı zehirli kimyasalların miktarının, açıklananın çok üzerinde olduğunu yazdı.
Devlet yetkilileri ayrıca olayla ilgili ayrıntıları mümkün olduğunca saklamaya çalıştılar. İşi Ohio Valisi’nin olaya ilişkin basın açıklamasını takip eden bir muhabirin polis tarafından gözaltına alınmasına kadar vardırdılar.
Kasaba halkı ise yetkililerin açıklamalarına inanmadıklarını belirttiler.
Yetkililerin bu paniğine ve ABD halkının onlara duyduğu bu güvensizliğe şaşırmamak gerekir çünkü bu “kaza” da kapitalizmde gördüğümüz hemen her “kaza” ve “felaket”te olduğu gibi göz göre göre, “geliyorum” diyerek gelmişti.
Bu “kaza”ya aslında kapitalist tekellerin azami kâr elde etme hırsı yol açmıştı. ABD devleti, demiryolu tekellerinin yaptığı lobi sonucu yakın zamanda tarihi önemdeki bir grevi yasakladı. Bu grevin talepleri arasında çalışma saatlerinin azaltılması ve bununla bağlantılı olarak demiryolu taşımacılığında daha fazla güvenlik önlemi alınması da vardı. Nitekim ABD devleti tehlikeli kimyevi maddelerin taşınmasına ilişkin düzenlemeleri sürekli olarak baltalamıştır.
2014 yılında Obama yönetimi işçilerin yoğun baskısı sonucunda petrol ve diğer tehlikeli maddeleri taşıyan trenler için güvenlik düzenlemelerinin iyileştirilmesini içeren bir yasa teklifinde bulunmuştu. Bununla birlikte, sektöre hakim olan 6 büyük şirketin “maliyetlerin artacağı” gerekçesiyle yaptıkları itiraz sonucunda bu “iyileştirme” kuşa çevrilmiş, “tehlikeli madde” tanımı sadece ham petrolle sınırlanmış, yeni düzenleme, son yaşanan felakette yer alan kimyasallar da dahil olmak üzere diğer birçok yanıcı maddeyi taşıyan trenleri muaf tutmuştu.
Şaşırtıcı bir biçimde ABD’deki trenlerin büyük çoğunluğu, ilk olarak 1868'de geliştirilen bir fren sistemini kullanıyor. Bu sistemin yerine Elektronik Kontrollü Pnömatik frenler olarak bilinen yeni bir teknolojinin zorunlu hale getirilmesi de benzer şekilde demiryolu taşımacılığı tekelleri tarafından önlendi. Bu şirketler lobi faaliyetlerine milyonlarca dolar harcayıp senatörleri satın aldı ve son felaketin önüne geçebilecek yeni fren teknolojisinin zorunlu kullanımını engelledi.
Demiryolu işçileri ise, patronların aksine, yıllardır gerekli önlemlerin alınması için yoğun çaba gösteriyorlardı. Geçen yılın Aralık ayında ise, Lokomotif Mühendisleri ve Demiryolu İşçileri Birliği, diğer şeylerin yanı sıra güvenlik önlemlerinin artırılması talebiyle bir grev başlattılar.
Bir demiryolu işçisi çalışma koşullarını şöyle anlatıyordu:
“Yorgunluk, tanıdığım ve birlikte çalıştığım hemen herkeste kronik bir sorun. Bunun ölümcül bir sorun haline gelmemesi için çabalıyoruz. Yorgunlukla, bitkinlikle, pandemiyle mücadele ediyoruz ve nefes alma şansımız bile yok.”
Patronların bir demiryolu işçisini maksimum çalıştırma süresi 12 saatle sınırlanmıştır ama işçiler, evden uzaktayken bir otele veya terminale gitmenin genellikle birkaç saat aldığını ve bunun da dinlenme saatlerinden düştüğünü belirtiyorlardı.
Ama, “çılgın ve keyfi hareket eden” Trump’un yerine gelen “aklı selim sahibi, liyakate önem veren” Başkan Joe Biden 2 Aralık 2022 tarihinde 115 bin işçinin katılacağı bu grevi yasaklayan kararnameye imza attı. Ona göre grevin sırası değildi. Ukrayna savaşının başlamasıyla enflasyonun fırladığı bir zamanda “ABD ekonomisinin felç edilmesine” izin verilemezdi.
Sendika bürokratlarının da işçileri satarak bu karara usluca boyun eğmesinin ardından tekellerin istediği koşullarda “normal hayata” dönüldü.
Bundan sonrasını tahmin edebileceğiniz gibidir. Uzun saatler çalışan, yorgun işçilerle, 19. yüzyıla ait bir fren teknolojisi kullanarak son derece zehirli maddelerin taşınması sonucunda gerçekleşen, üretimin rasyonel olarak düzenlendiği bir sistemde kolayca önlenebilecek ama kapitalist üretim anarşisinde kaçınılmaz hale gelen yeni bir "felaket" daha.
Görüldüğü gibi, ortada ne dincilikten kaynaklanan bir “bilim ve akıl yoksunluğu” ne de “liyakatsizlik” vardır. Teknolojinin, özellikle de ABD gibi en gelişmiş ülkelerdeki teknolojinin günümüzdeki gelişmişlik düzeyi bu tür kazaların önüne geçmeye fazlasıyla yeterlidir. Bu tür kazalara kapitalistlerin azami kâr hırsı yol açmaktadır.
Kapitalizmin bu iflah olmaz çelişkisinin en iyi açıklamasını Stalin'i şu sözleri veriyor:
“Kapitalizmde tekniğin fırtınalı gelişimini kanıtlayan, kapitalistlerin, ileri tekniğin bayraktarı olarak, üretim tekniğinin gelişimi alanında devrimciler olarak sahneye çıktıkları kapitalizmin tarihine ve pratiğine ait olguları herkes bilir. Ama kapitalizmde teknik gelişimin engellendiğini kanıtlayan, kapitalistlerin yeni tekniğin gelişimi alanında gericiler olarak sahneye çıktıkları ve sıkça el emeğine başvurdukları başka türden olgular da bilinmektedir.
Bu apaçık çelişki neyle açıklanabilir? Yalnızca modern kapitalizmin ekonomik temel yasasıyla, yani azami kâr sağlama zorunluluğuyla açıklanabilir. Kapitalizm, eğer kendisine en yüksek kârı vaat ediyorsa yeni teknikten yanadır. Kapitalizm, eğer yeni teknik ona artık en yüksek kâr vaat etmiyorsa yeni tekniğe karşıdır ve el emeğine geçilmesinden yanadır.” (Stalin, SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları, Eserler, c. 16, İnter Yayınları, s. 314)
İşçi Sınıfının Kurtuluşu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder