31 Mart 2023 Cuma

Fransa'daki kitlesel protestolar burjuva demokrasisinin maskesini düşürüyor

“...‘Fransa -diye yazıyordu Engels "Onsekizinci Brumaire"in üçüncü baskısına önsözde- tarihsel sınıf mücadelelerinin başka yerlerde olduğundan daha çok, her seferinde kesin sonuca kadar yürütüldüğü, içinde hareket ettikleri ve sonuçlarının özetlendiği değişik politik biçimlerin en keskin hatlarla belirlendiği ülkedir. Ortaçağda feodalizmin merkezi, Rönesans'tan bu yana yekpare zümresel monarşinin örnek ülkesi Fransa, büyük devrim sırasında feodalizmi yerle bir etti ve başka hiçbir Avrupa ülkesinde olmayan bir klasiklikle burjuvazinin saf egemenliğini kurdu. Ve yükselmeye çalışan proletaryanın egemen burjuvaziye karşı mücadelesi de burada başka yerlerde bilinmeyen keskin bir biçimde ortaya çıkar.’ 

1871'den bu yana Fransız proletaryasının devrimci mücadelesinde bir kesinti ortaya çıktığı ölçüde, son ifade eskimiştir, bununla birlikte bu kesinti, ne kadar sürerse sürsün, gelecek proleter devrimde Fransa'nın, tayin edici sonuca kadar sınıf mücadelesinin klasik ülkesi olduğunu kanıtlama olasılığını asla dışlamaz.” (Lenin, Devlet ve Devrim, İnter Yay., s. 43)

Fransa'da resmî emeklilik yaşını kademeli olarak 64'e yükselten ve tam emeklilik için ödenmesi gereken prim tutarlarını arttıran yeni bir yasa, ülke genelinde haftalar boyunca milyonlarca kişinin katıldığı öfkeli protestoların ve grevlerin fitilini ateşledi

Bu ayın başlarında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransız Anayasasının 49.3. maddesinin özel bir hükmünü kullanarak, emeklilik reformunu parlamento onayı olmadan yürürlüğe soktu. Günümüz dünyasındaki görece en ileri burjuva demokrasilerinden birindeki bu çarpıcı anti-demokratik uygulama karşısında, protestolar daha da büyüdü ve şiddetlendi. 23 Mart'taki militan gösterilere 3 milyondan fazla kişi katıldı. Gösterilere lise ve üniversite öğrencisi yüz binlerce gencin de katılması bu büyük protestolara yeni bir dinamizm getirdi. 

Fransa'da her geçen gün aleyhlerine çıkarılan yasalar nedeniyle zaten öfkeli olan geniş bir genç kesimin gittikçe daha çok siyasallaştığı gözlemleniyor. Pankartlarda ve sloganlarda ülkenin zengin devrimci tarihine, 1789 Fransız Devrimi’ne, 1871 Paris Komünü’ne ya da 1968 Mayısına giderek daha fazla göndermeler yapılıyor.

Örneğin yakınlarda tahta çıkan İngiltere Kralı Charles’ın gösterilerin yapıldığı sırada Macron’u ziyaret etmesi gündeme geldiğinde, göstericiler Paris sokaklarında “Charles, giyotin nedir, bilir misin?” yazılamaları yaptılar. Aynı şekilde göstericilerin taşıdığı pankartlarda Macron sık sık XVI. Louis olarak resmedilmektedir.

Financial Times’ın Fransa’da yaşayan bir muhabiri şu gözlemini aktarıyor:

“…[Fransa’da] tarihsel olarak, sokakları sendikalar kontrol eder. Ancak onlar da güçlerini yitirdikçe (Macron onlara emekli maaşları konusunda neredeyse hiç danışmadı) sarı yeleklileriyle, yanan çöp tenekeleriyle sokak giderek daha şiddetli ve kontrolsüz hale geldi. Kızımın lisesi, 'Kahrolsun Sermaye' gibi sloganların yazılı olduğu pankartlar taşıyan öğrenciler tarafından ara sıra abluka altına alınıyor. Komşu okulda, öğrenci ve öğretmenlerden oluşan bir grup, kendi ablukalarını hafta boyunca süren bir işgale ve eğlenceli aktivitelerle dolu bir pijama partisine dönüştürme planları yapıyorlar. Bu aktiviteler arasında pankart tasarlamak ve binalara yazılamalar yapmak da var." 

Gösteriler enerji, ulaştırma, temizlik ve atık arıtma sektörlerindeki grevlerle destekleniyor. Bu hafta, çöp toplayıcıların iş bırakmaları sonucunda Paris sokaklarında 7.000 ton çöp yığıldı, tren seferleri ve uçuşlar kesintiye uğradı ve nükleer santrallerdeki işçiler de elektrik üretimini kıstılar.

Fransız devletinin baskı güçleri pek çok noktada göstericilere saldırdı. Binlerce kişi gözaltına alındı ve polis şiddeti tırmanıyor. 

Fransız Le Monde gazetesinin eline geçen bir ses kaydında, polisin gözaltına aldığı bir göstericiye şunları söylediği duyuluyordu:

“Bu zamana kadar çok kafa, göz yardık ama senin bacağını kıracağım.”  

Avukat örgütleri pek çok kişinin herhangi bir yasal dayanak olmadan tutuklandığını söylüyor.

Macron televizyondan halka seslendiği konuşmasında emeklilik reformu için destek beklediğini, işçiler biraz daha fazla yıl çalışırsa mali sistemi düzeltebileceğini söylemişti. İşçilerin sorgusuz sualsiz Macron’u dinleyeceklerini varsaysak bile söylediklerinin gerçekleşmesi yine mümkün olmazdı çünkü Fransa’da patronlar belirli bir yaşın üstündekilere iş verme konusunda özellikle isteksizdir. 55-64 yaş arası çalışanların ancak %56’sı iş bulabiliyor (bu rakam OECD ülkelerinde ortalama %61’dir). 62 yaşındakilerin ise ancak yarısı çalışıyor.    

Ancak, Macron ve Fransız burjuvazisi için bu bir sorun değil. Onlar için yaşlı işçiler, ömür boyu çalıştıktan sonra kalan birkaç yıllarını dinlenerek geçirmesi gereken kişiler değildir, sonuna kadar tüketilmesi gereken kâr kaynaklarıdır. 

Dikkat çeken diğer bir faktör de kadınların kitlesel gösterilere katılımının özellikle fazla oluşudur. İngiliz The Guardian gazetesine konuşan bir kadın protestocu şunları söylüyor:

“Emeklilik yaşını 64'e çıkarmak biz kadınlar için iki kat kötü. Birçok kadın çocuk bakmak için işi bırakıyor, bu da bizim kariyerlerimize ara vermemiz ve genellikle beş veya altı yıllık primlerin eksik olacağı anlamına geliyor. Emekli maaşlarımızı tam alabilmek için bunu telafi etmemiz ve daha uzun süre çalışmamız gerekiyor ve maaşlarımız düşük olduğu için alacağımız emekli maaşları da düşük oluyor.”

Yeni yasaya göre bir işçinin tam bir emekli maaşı alabilmesi için 43 yıl prim ödemesi gerekmektedir. Erkek işçilere göre maaşları %22, emekli maaşları ise yaklaşık %40 daha düşük olan kadınların kariyerleri ve primleri, çocuk sahibi olmak ve onları yetiştirmekle sekteye uğruyor. Kadınların %30'u part-time çalışıyor. Bu yüzden kadın işçilerin %40'ı primlerini tamamlayamadan emekli oluyor.

Gerçekten de emeklilik yasası reformu ve ardından başlayan bu grev ve protestolar, burjuva demokrasisinin maskesini yırttı ve patronların arkasında saklandığı “çoğunluğun iradesi belirleyicidir” masalını havaya uçurdu. 

Eğer gerçekten çoğunluğun iradesi belirleyici olsaydı anketlere göre Fransız halkının %82’sinin, Fransız işçilerinin %90’ının karşı olduğu bu işçi düşmanı yasa çıkarılamazdı. 

Oysa Fransa Anayasası'nın ilk maddelerinden bazıları şöyledir:

“2. Madde: ….Cumhuriyetin ilkeleri şunlardır: halk tarafından, halk için, halkın hükümeti” 

3. Madde: Ulusal egemenlik halka aittir, halk bu egemenliği seçimler yoluyla belirlediği temsilcileri aracılığıyla hayata geçirir.”

21 Mart'ta kendisini destekleyen parlamenterlerin karşısında yaptığı bir konuşmada Macron, protestocu "güruh"un "kendi egemenliğini seçilmiş temsilcileri aracılığıyla ifade eden halkın karşısında hiçbir meşruiyeti olmadığını" söyledi ve şunu da ekledi: "isyan halkın temsilcilerine kendini dayatamaz."

Yani bir kez oy verdikten sonra artık "halk" olmaktan çıkıyorsunuz ve bir sonraki seçime kadar siyasi paryalar haline geliyorsunuz. Hele kendi seçtiğiniz temsilcilerin kararlarına "isyan" ediyorsanız, baş kaldırıyorsanız siz artık "egemen halk" değil sadece bir "güruh"sunuz! Alın size burjuvazinin ölçüleriyle "halk tarafından, halk için, halk hükümeti"! Burjuva demokrasisinin en geniş emekçi kitlelere düşman olan sınıfsal niteliğini Bay Macron'un yukarıdaki açıklamalarından daha çarpıcı bir şekilde ortaya koyacak bir şey bulmak gerçekten de zordur.

Kapitalistlerin lehine çıkarılan her bir yasayla, kitlelerin bilincindeki “saf” demokrasi üzerine hayaller ve yanılsamalar, acımasız ve sert çekiç darbeleri altında tuzla buz oluyor. Bu tür uygulamalar, burjuva yasa metinlerinde kağıt üzerinde kalan kelimelerle gerçeklik arasındaki uçurumu çok daha kolay fark edilir hale getiriyor. Fransız halkı, kağıt üzerinde kalan bu yalanlara her geçen gün daha az inanıyor. 

“...[eski Cumhurbaşkanları] Mitterrand (1981-1995) ve Chirac (1995-2007) genel olarak  %40-60 arasında oy alırdı. Ancak son üç Cumhurbaşkanı, Nicolas Sarkozy, François Hollande ve Emmanuel Macron’un oyları, genellikle %20-40 arasında değişiyor.” (Financial Times

Sadece bu son emeklilik reformu değil, son yıllarda çıkarılan pek çok yasa işçi sınıfına birer saldırı niteliğindedir. Örneğin, 1 Şubat 2023’te yürürlüğe giren bir kararnameyle işsizlik ödenekleri %25 oranında azaltıldı. Ocak ayının sonunda ise meslek liselerinde okuyan öğrencilerin staj süreleri %50 uzatıldı. 

Bu tablo, Lenin'in şu sözlerinin yalnızca yazıldığı dönem için geçerli olmadığını, günümüzün görece en ileri burjuva demokrasileri için bile geçerliliğini tamamen koruduğunu göstermektedir:

“... Kapitalist toplum, vatandaşları özellikle ilgilendiren her şeye -ekonomik varoluş koşullarına, savaşa ve barışa- toplumun kendisinden gizli olarak karar verir. En önemli sorunlar: savaş, barış, diplomatik sorunlar, yalnızca kitleleri değil, çoğu zaman parlamentoyu bile aldatan sayıca önemsiz bir avuç kapitalist tarafından kararlaştırılmaktadır. Dünyada savaş ve barış konusunda ciddi bir şey söyleyecek bir parlamento yoktur! Kapitalist bir toplumda, çalışan halkın ekonomik yaşamının temel sorunları, aç mı, yoksa tok mu yaşayacakları, kapitalist tarafından kararlaştırılır ve bu kapitalist bir efendi gibi, bir tanrı gibidir. (Lenin, Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) IX. Kongresi, Rusça Toplu Eserler, c. 40, s. 285)

Yapılan anketlere göre Fransız halkının üçte ikisi demokrasinin iyi işlemediğini düşünmektedir. Demokrasiye güvenmeyenlerin oranı on yıl öncesine göre %10 artmıştır. Bu oran Almanya veya İtalya gibi ülkelerden çok daha yüksektir.

Aşağıdaki satırlar bir komüniste değil, finans çevrelerinin görüşlerini yansıtan bir gazetenin Fransa muhabirine aittir:

“Yirmi yıldır burada yaşadıktan sonra, Fransızların, seçtikleri Cumhurbaşkanını moron bir zorba ve devleti ise onların kolektif temsilcisi değil de kendilerini ezen bir güç olarak görmelerine ben de alıştım.” (Financial Times)

Fransa’daki protesto ve grevler, burjuva demokrasisinin bir başka yönünü de teşhir ediyor: İki parti sistemi tuzağı. “Cumhur İttifakı” umacısıyla korkutularak “kötünün iyisini seçmek zorundayız” anlayışıyla burjuva “Millet İttifakı”nın peşine takılan iyi niyetli kişilerin dikkatini, özellikle bu tuzağa çekmek isteriz. Köküne kadar burjuva Financial Times gazetesi bile geçmişte Macron’a oy vermiş olanların, onu çok sevdikleri için değil, faşist Le Pen iktidara gelmesin diye ona oy verdiklerini yazıyor:

“Ona oy veren pek çok kişi bile, onu hiç sevmedi ve emeklilik yaşlarını yükseltmeyi taahhüt eden seçim platformunu onaylamadı. Hem 2017 hem de 2022 ikinci tur seçimlerinde diğer seçenek Marine Le Pen'di. Fransa cumhurbaşkanın konumu halkın gözünde 60 yıl içinde ‘sağduyulu bir adam’ olmaktan çıkıp ‘kötünün iyisi’ haline gelmiştir.”

Marx burjuva demokrasisi içindeki seçimleri “üç ya da altı yılda bir, egemen sınıfın hangi üyesinin parlamentoda halkı temsil edeceğine ve ezeceğine karar verilmesi” olarak tanımlarken ne kadar da haklıydı! Onun ortaya koyduğu bu gerçek, 2023 Fransası’nda ve ülkemizdeki dahil pek çok burjuva demokrasisinde (bizimki hiç şüphesiz Fransa'dakinden çok daha geri, çok daha karikatür bir burjuva demokrasisidir) tekrar tekrar ortaya çıkmaktadır. 

Bu ülkelerin parlamentolarında kitleleri kafese koymak amacıyla sadece laklak edilirken, tekelci burjuvazinin bin bir yöntemle satın aldığı ve kendisine bağladığı bürokrasi devleti kapitalist tekellerin amaçları doğrultusunda yönetir.   

Fransa’daki yüksek bürokrasinin kapitalist tekellerle nasıl iç içe geçtiğini, daha doğrusu nasıl tamamen bu tekellerin hizmetçisi olduğunu anlamak için sadece birkaç üst düzey yöneticinin biyografilerine göz atmak yeterlidir. Kaldı ki seçilmişlerin durumu da farklı değildir. Bunların bütün hayatları işçi sınıfına karşı mücadele ve tekellere hizmetle geçmiştir. Köklü finans şirketi Rothschild & Co'da yatırım bankacısı olarak çalışmış olan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron; asgari ücretin yükseltilmesine karşı olduğunu her fırsatta belirten, 2017’de demiryolu işçilerinin sosyal haklarını budayan, grevlerini bastıran Başbakan Elisabeth Borne; sosyal hakların tırpanlanmasını talep eden, Fransız şirketlerinin ödediği vergileri düşüren, özelleştirme taraftarı Maliye Bakanı Bruno Le Maire gibi seçilmiş yöneticiler de, Fransa’nın en büyük tekelleri olan Total Energies, Carrefour, BNP Paribas, Renault, Peugeot ve benzer şirketlere hizmet etmeye hayatlarını adamış kimselerdir. Kaldı ki isimlerini verdiğimiz bu "seçilmiş"lerin hepsi de yüksek bürokrasiden gelmektedir. 

Ama Fransız devletinin en büyük tekeller lehine aldığı her karar, kitleleri burjuva demokrasisiyle yönetmesini daha da zorlaştırmaktadır. Burjuva demokrasisinde hükümetlerin zenginlerin hükümeti olduğunu ve yetkililerin sermaye tarafından satın alındığını her geçen gün daha açık olarak gören işçi sınıfının eylemleri giderek militanlaşmakta ve kitleselleşmektedir. Toplumun diğer ezilen kesimleri de bu mücadelelere katılmaktadır. 

Yine de Fransız tekellerinin ve onların sadık hizmetçisi olan Fransız devletinin ve hükümetlerinin emekçi halka dönük bu saldırılarına son vermeye niyetleri yoktur, çünkü bunlar Stalin'in "modern kapitalizmin temel yasası" dediği yasanın baskısı altındadırlar:

“Kapitalist azami kârın, kendi ülkesinin nüfusunun çoğunluğunun sömürülmesi, yıkıma uğratılması ve yoksullaştırılması yoluyla, başka ülkelerin, özellikle de geri kalmış ülkelerin halklarının köleleştirilmesi ve sistemli bir şekilde yağmalanması yoluyla ve son olarak da azami kârın garantilenmesine hizmet eden savaşlar ve ekonominin askerileştirilmesi yoluyla azami kârın güvence altına alınması.” (Stalin, Eserler, Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin  Ekonomik Problemleri, 1952, Eserler, C. 16, İnter Yay. s. 323

Günümüzde Fransız emperyalizmi diğer emperyalist ülkeler karşısında gerilemektedir. The Economist'e göre, Fransa:

“... Afrika’da, Çin, Rusya ve Türkiye karşısında nüfuz alanlarını kaybetmektedir.” ("İçeride grevler ve Ukrayna'da savaş Fransa Cumhurbaşkanını sınıyor", The Economist, 9.3.2023) 

 Tam da bu nedenle Fransız emperyalistleri azami kârlarının önemli bir kaynağını (“geri kalmış ülkelerin halklarının köleleştirilmesi ve sistemli bir şekilde yağmalanması” olanağını) kaybetme ya da bu kârlarının azalması tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu da onları azami kârı elde edebilmek için Fransa içindeki sömürüyü yoğunlaştırmaya ve ekonomisini daha fazla askerileştirmeye zorlamaktadır. 

23 Mart'ta gerçekleşen kitlesel gösterilerden sadece bir gün sonra Macron’un önümüzdeki altı yıl içinde Fransa'nın askeri harcamalarını yılda 115-120 milyar dolar artıracağını söylemesi bir tesadüf değildir. Emeklilerden yapılacak kesintiyle elde edilen “tasarruf” silah üreticilerinin cebine gidecektir. Ukrayna savaşından sonra tüm emperyalist ülkelerde büyük bir ivme kazanan askeri harcamaları arttırma yarışına Fransa da katılıyor.

Bu şiddetli rekabet Fransız emperyalizmini giderek daha fazla risk almaya zorlamaktadır.

“Tekelci kapitalizmi, sömürgeleri ve diğer geri kalmış ülkeleri köleleştirme ve sistematik olarak yağmalama, bir dizi bağımsız ülkeyi bağımlı ülkelere dönüştürme, yeni savaşlar örgütleme gibi riskli girişimlere iten, tam da azami kârı sağlama zorunluluğudur.” (Stalin, Eserler, Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin  Ekonomik Problemleri, 1952, Eserler, C. 16, İnter Yay. s. 324, vurgu bize ait -İSK.)

Tam da bu zorunluluk nedeniyle Fransız devletinin en üst düzey temsilcisi sıkça risk almanın zorunluluğundan bahsetme ihtiyacı duymaktadır

"Emmanuel Macron'un bir hareket planı çizerken bakanlar ve siyasi müttefiklerle konuşmalarında sık sık kullandığı bir slogan vardır: 'Risk almalısınız.'" (Financial Times)

Tarih, emperyalistlerin almak zorunda oldukları risklerin onlara pahalıya patladığı örneklerle doludur. Birinci Dünya Savaşı Büyük Ekim Devrimine, Japon emperyalizminin Çin’i köleleştirme “macerası” Çin Devrimine yol açmıştır. 

Fransız proletaryası eğer bir avuç tekelin riskli maceralarına alet olup daha beter sefalete düşmek istemiyorsa önünde tek seçenek vardır: 

Sınıf mücadelesiyle ve devrimci iç savaşla, paranın, sermayenin, özel mülkiyetin egemenliğine son vermek; burjuva devlet mekanizmasını -daimi orduyu, polisi, bürokrasiyi- paramparça etmek; burjuvaziyi mülksüzleştirmek ve böylece çoğunluğun çıkarlarını gerçekleştirecek olan gerçek demokrasiye, yani proleter demokrasiye, sömürücü azınlığın üzerindeki proletarya diktatörlüğüne ulaşmak.

Proletaryanın ilk iktidar denemesi olan Paris Komünü'nden 152 yıl sonra, Fransız proletaryasının önünde başka bir çıkış yolu yoktur çünkü Fransız kapitalizmi çoktan çürümüştür. Fransız halkının büyük çoğunluğuna yoksulluk ve savaş, dünya halklarına ise kölelik ve katliamdan başka bir alternatif sunamamaktadır. 

Fransız burjuvazisi 1789 Devrimi gibi görkemli bir atılımla başlayan macerasını, büyük Fransız yazar Balzac’ın Tefeci Gobseck’i gibi yaşlı ve çürümüş bir tefeci olarak tamamlamaktadır. 1789-1854 arasında sanayisi yılda ortalama %6.5 büyüyen Fransız kapitalizmi, emperyalist aşamaya geçtikten sonra yavaşlamış, 1860-1914 arasında ortalama yıllık sınai büyüme hızı %2.4’e, 1913-1938 arasında ise %0.4’e düşmüştür. 1950’lerden itibaren özellikle askeri sektöre dayanarak 1955-1970 arasında %9.2’lik bir yıllık ortalama büyüme oranı yakalamış olsa da, bu barutu da kısa sürede tüketmiş, 1973-1990 arasında yıllık ortalama büyümesi %1.8’lere kadar düşmüştür. 1990-2022 arasında ise Fransız sanayisi diyalize bağlı yaşlı bir hasta gibidir, ancak yılda ortalama 0.3 büyüyebilmektedir. 

Sosyal-demokrat iktisatçı Bilsay Kuruç, Fransa'nın finansal gelirlerindeki olağanüstü şişmeyi aşağıdaki çarpıcı rakamlarla göstermektedir: 

“... Dünya finansının kayıt bürosu olan Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BIS) son raporuna göre (2022/2) Fransız yurttaşlarının yurtdışında (cross-border) tuttukları kaynak 2 trilyon doların üzerinde (2.164.259.000) ve bunun dörtte biri Londra’da, 365 milyar doları Almanya’da, 155 milyarı ABD’de görünüyor. Fransa ulusal geliri 3 trilyon dolara yakın olduğuna göre, Fransız rantiyenin son 20 yılın 'ikramı' olan finans senaryosuna iyice ısındığı anlaşılabilir. Buna ulusal gelirin yüzde 114’ü mertebesindeki kamu borcunu (o borcun rantiyelerini) ekleyebiliriz. 'Konfor' biraz daha artar. Dikkat: Kamu borcunun mülkiyet dağılımını öğrenebileceğimiz veriler saklanır. Ticari sır sayılır! O rantiyeleri tanıyamayız. Hiç değilse emekçilerin kamu borcu satın almadıklarını biliyoruz!” (Bilsay Kuruç, "Charles de Gaulle'den kalkıp Macron'a iniş-3", cumhuriyet.com.tr, 26.12.2022)

SSCB Bilimler Akademisi’nin 1954'te yayımladığı Politik Ekonomi Ders Kitabı'nda verilen rakamlara göre, Fransa'nın 1929 yılında yurtdışına yaptığı sermaye yatırımları tüm ulusal zenginliğinin %15’ini oluşturuyordu. Aradan geçen 93 yılda Fransız kapitalizminin çürümüşlüğü ve asalaklığının ne kadar arttığını kolayca görebiliyoruz. 

Tam da böyle olduğu için Fransa'daki burjuva demokrasisi, diğer pek çok ülkede olduğu gibi, ancak politik şantaj sayesinde, "Le Pen gelir", "faşizm gelir" umacısıyla ayakta kalabilmektedir. Bugün Macron'a karşı en militan mücadeleleri yürüten işçilerin ve gençlerin büyük bir bölümü, yarın Macron ve Le Pen karşı karşıya gelince -Le Pen'in partisi başa gelirse işlerin çok daha kötü olabileceği korkusuyla- hiç istemeyerek de olsa bir kez daha Macron'u seçebilir. Sürüsüne bereket küçük-burjuva "sol" partiler de, aynı bizde TİP, T"K"P, EMEP, Sol Parti ve diğerlerinin yaptığı gibi, emekçi kitlelerin politik iradelerinin bu şekilde esir alınması oyununda kritik roller oynamak için kesinlikle ellerinden geleni artlarına koymayacaklardır. 

Fakat ne Fransa'da ne Türkiye'de ne de başka bir yerde işçiler bu oyuna gelmemelidir. Nasıl "faşizmi getirecekleri" iddia edilen Trump Amerika'da, Bolsonaro Brezilya'da faşizmi getirememişse, nasıl yakın zamanda İtalya'da iktidara gelen Giorgia Meloni faşizmi getiremeyecekse, Fransa'da da Le Pen, tekelci burjuvazi istemedikçe (ki bunu istemesi için burjuva demokrasisiyle tamamen yönetemez hale gelmesi gereklidir) faşizmi getiremez. Bunların uyguladıkları politika temel olarak kendilerinden öncekilerden farklı olmamıştır. 

Asıl önemli olan nokta şudur ki, günümüzde burjuva demokrasisi bu tür korkuluklar olmadan yaşayamıyor. Tekelci burjuvazi kendi istediği iktidarları kitlelere ancak bu korkuluklar ve umacılar sayesinde "ehven-i şer" olarak dayatabiliyor ve bunun adına da utanmadan halkın "özgür irade"siyle kendi yöneticilerini seçmesi diyor. 

İşçi sınıfı, küçük-burjuva akımların da adeta "vurucu güç" rolünde "sol"dan kritik bir destek verdiği burjuvazinin bu korkutma ve şantaj politikasına direnmeyi öğrenmeden, hiçbir yerde gerçekten bağımsız bir siyasi güç olarak ortaya çıkamaz. 

İşçi Sınıfının Kurtuluşu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder