10 Kasım 2023 Cuma

Artık herkes Kemalist! (proletarya komünistlerinden başka)

Burjuva ve küçük-burjuva kliklerin Kemalizmin mirasını paylaşma kavgalarından bir sahne...

Artık İslamcısından liberaline, hatta "sosyalist" ve "komünist" iddialı olanlara kadar herkes Kemalist oldu! Anlaşamadıkları başlıca nokta kimin daha gerçek Kemalist olduğu, kimin "Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasına daha layık" olduğu. 

Her burjuva veya küçük-burjuva çevre, burjuva-Kemalist "cumhuriyetin kazanımları"nı en iyi kendisinin temsil ettiğini iddia ediyor ve diğerlerini yeterince "cumhuriyetçi" ya da “Gazi kadar millici” bulmuyor.

İslamcı-Türkçü karması hükümetimiz “Atatürk” dönemindeki sanayi hamlesinin (en başta da bağımsız bir savaş sanayisi geliştirme hedefinin), hakeza Antakya’nın ilhakının ve Musul-Kerkük ile ilgili projelerin işaret ettiği emperyalist çizginin sonrakiler tarafından sürdürülmediğini ve baltalandığını, kendilerinin ise onun bıraktığı yerden devam ettiklerini söylüyor. Düne kadar post-Kemalizmin (Kemalizmi islamcılarla ittifak yaparak tarihin çöplüğüne atmanın ve onlarla birlikte sözümona 1.’sine göre daha demokratik olacak 2. burjuva cumhuriyetini kurma hayallerinin) şampiyonluğunu yapan liberaller, şimdi "post-post-Kemalizm"i teorize etmekle, Kemalist cumhuriyetin daha önce gözden kaçırdıkları olumlu yönlerini yeniden keşfetmekle ve halkımıza açıklamakla meşguller. "Sosyalist" ve "komünist" iddialı Kemalistlerimiz ise burjuva cumhuriyetin her gün yeni bir "kazanım"ını ve erdemini keşfederek, bu konuda öncülüğü kimseye bırakmak istemiyorlar. 

Yalnızca sınıf ve tarih bilinçli gerçek proletarya sosyalistleri (komünistler) şu temel gerçekleri hatırlatmaktan vazgeçmiyorlar ve -devrimci hareketin geriye düştüğü her dönemde olduğu gibi- küçük-burjuva "sol" cenahtan burjuva ideolojisiyle uzlaşma rüzgarları ne kadar sert eserse essin, hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir:

Burjuva cumhuriyetten (özellikle de en fazla idealize edilen Kemalist tek parti diktatörlüğü döneminden),

İşçilerin ve yoksul köylülerin payına düşenler:

  • Kesintisiz bir yoksulluk ve sefalet,
  • Her türlü siyasal ve sendikal örgütlenmenin yasaklanması,
  • Grev ve direnişlerin zorla, yeri geldiğinde kanla bastırılması,
  • İşçi sınıfının siyasal ve sendikal örgütlülüğünü geliştirmeye çalışan bütün güçlerin acımasızca ezilmesi (kısacası faşizm);

Ezilen ulusların payına düşenler:

  • Sonu gelmeyen kitlesel katliamlar, "tedip ve tenkil" ("yola getirme ve ibret olsun diye cezalandırma") harekatları,
  • Ulusal varlıklarının inkar edilmesi, dillerinin yasaklanması,
  • Sürgünler, zorla iskan ve nüfus mühendisliği uygulamaları,
  • Zorla Türkleştirme,

olmuştur. 

Buna karşın cumhuriyetin kurucusu ve sahibi olan Türk burjuvazisinin payına düşenler ise şunlardır:

  • Osmanlı feodal devleti altında gelişmesini engelleyen siyasal koşullardan tamamen kurtulmak,
  • Emperyalizmle daha sıkı ilişki kurmayı başarmış olan "gayrı-müslim" burjuvazinin rekabetinden kurtulmak ve bunların sermayelerinin Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan zorla Türkleştirilmesinin sürdürülmesi ve tamamlanması,
  • İşçilerin sürekli geçim düzeyinin altında, çoğu zaman açlık sınırının altında tutulan ücretlerle sömürülmesi yoluyla; köylülerin ürünlerinin ucuza kapatılması, bankalara borç köleliği hatta angarya (zorla çalıştırma) yoluyla; bütün emekçi sınıfların ağır vergilerle soyulması yoluyla; en adi cinsinden savaş ve kriz vurgunculuğu ile ve benzer yollarla kapitalizmin gelişmesi için gerekli olan temel sermaye birikiminin ve altyapıların görece hızlı şekilde oluşturulması, 
  • Başından beri en güçlü sermaye sahiplerinin tekelci tarzda örgütlenmesinin devlet tarafından mümkün olan her yoldan ve elindeki bütün araçlarla teşvik edilmesi (bkz. örn. İş Bankası),
  • Feodal dönemden kalan son sömürge olarak Kürdistan'ın sömürge statüsünün korunması ve daha da pekiştirilmesi, onun zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının burjuvazinin sömürüsüne açılması ve yapılan yatırımlarla Kürdistan'ın sömürüsüne gittikçe artan şekilde kapitalist bir içerik verilmesi, bununla yetinilmeyerek her fırsatta yeni toprakların ele geçirilmesi ve yeni bölgelerin kontrol altına alınması (tek parti döneminde Antakya'nın ilhakı, 1974'te Kıbrıs adasının kuzeyinin, günümüzde Suriye’nin geniş bölgelerinin işgali ve fiili ilhakı. Hakeza Irak'ta, Libya'da ve bazı Afrika ülkelerinde çok sayıda askeri üs bölgelerinin elde edilmesi. Tüm Türkiye ve dünya halklarını tehlikeye atacak ve yeni bir dünya savaşı tehlikesini arttıracak şekilde dünyanın emperyalist yeniden paylaşım mücadelesine Türk tekelci burjuvazisi adına gittikçe daha pervasızca dahil olunması.)

Burjuva cumhuriyetin işçi sınıfına, proleter-olmayan emekçi yığınlara, ezilen uluslara ve bütün bu kesimleri ezen ve sömüren mülk sahibi sınıflara getirdikleri, temel olarak bunlardır. Bu yüzden tekelci burjuvazinin temsilcilerinin burjuva cumhuriyet ve özellikle onun kurucu dönemi olan Kemalist tek parti diktatörlüğü dönemi için "olmasaydın olmazdık" demeleri son derece anlaşılabilirdir. Fakat işçi sınıfı ve sosyalizm adına konuşan bazı partilerin (T"K"P, TİP, Sol Parti, EMEP vb.) "cumhuriyetin kazanımları" edebiyatı yaparken bu temel gerçekleri unutmaları veya geçiştirmeleri, onların gerçekte hangi sınıfa hizmet ettiklerini ortaya koymaktadır. 


Bugüne kadar başka bir şey için çalıştınız mı ki Bay Okuyan?

Kemalizme meftun sözde "sosyalist" ve "komünist" partiler, her resmi Kemalist bayram günününde, Kemalizmin devlet ve kapitalist tekeller tarafından dört koldan yapılan propagandasını "yetersiz" bularak onunla yarışan kendi militan Kemalizm propagandası kampanyaları için bütün olanaklarıyla seferber oluyorlar. Buna karşı gerçek komünistler ve bütün sınıf ve tarih bilinçli güçler de, aynı günleri, resmi burjuva devlet ideolojisi olarak Kemalizmin sınıf temellerini, oportünist "sosyalist"lerimizin özellikle idealize ettikleri, burjuva cumhuriyetin bir tür "asr-ı saadet"i olarak gördükleri Kemalist tek parti diktatörlüğü döneminin işçi ve emekçi sınıflar ve ezilen halklar açısından gerçekte ne anlama geldiğini, günümüzün burjuva hükümetlerinin gericiliğiyle Kemalist tek parti döneminin işçi, emekçi, ezilen halk düşmanlığı arasındaki tarihsel sürekliliği vb. gerçekleri bıkıp usanmadan anlatmak için bir fırsat olarak görmeliler. Ülkemizde oportünist akımların devrimci güçlerden çok daha örgütlü oldukları, burjuvazi tarafından da açık veya örtülü binbir şekilde desteklendikleri ve bunun sonucunda devrimci güçlere göre çok daha geniş olanaklara sahip oldukları göz önünde bulundurularak, Kemalist ideolojiyle temel olarak sınıf ve tarih bilinçli bir temelde mücadele etmeyi görev olarak gören bütün güçler -aralarındaki nüansları koruyarak da olsa- resmi burjuva devlet ideolojisine ve onun sözümona "sol"dan tamamlayıcılarına karşı bu tür bir "karşı kampanya" için güçlerini birleştirmekten, ortak kampanyalar, forumlar örgütlemekten, ortak yayınlar yapmaktan vb. asla geri durmamalıdır. Bu mücadele özünde öteden beri  işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin bilincini bulandırmak ve karartmak isteyenlerle, tam tersine bu bilinci geliştirmek ve devrimcileştirmek isteyenler arasındaki mücadeledir. 

İşçi Sınıfın Kurtuluşu

1 Ağustos 2023 Salı

"Solcu" iktisatçı Mustafa Sönmez işçilere karşı



"Solcu" ve "emek dostu" kimliğiyle tanınan iktisatçı Mustafa Sönmez ne yazık ki son günlerde yoksulluk sınırının üzerinde ücret talep eden İzmir Belediyesi işçilerine karşı "işçiler 40 bin tl istiyor" diye yalan kampanyası yürütüyor ve grev kırıcılık yapıyor. Öte yandan açlık sınırı şu kadar oldu, yoksulluk sınırı bu kadar oldu, TÜİK rakamları çarpıtarak çalışanların parasını çalıyor diyor. Yoksulluk sınırı Türk-İş'in hesabına göre 37 bin tl'yi aşmış, İzmir'in de içinde olduğu büyük metropollerde 40 bin tl'nin de üzerinde. Bu durumda sendika 40 bin tl de istese haklı bir talep olurdu. Solcu, emekten yana vb. iddialarında samimi olan bir iktisatçının yapacağı basınç İzmir belediyesi işçileri neden bu kadar yüksek maaş talep ediyor (yüksek denilen maaş yoksulluk sınırının çok altındaydı ve sendika bunun çok daha altına razı oldu) şeklinde değil, Türk-İş de DİSK de kendi açıkladıkları yoksulluk sınırı rakamlarına uygun taleplerde bulunmalıdır, örgütlü oldukları hiçbir yerde yoksulluk sınırının altında bir ücrete razı olmamalıdır, "tek bekar işçi", "hane başına iki çalışan" vb. 12 Eylül zihniyetli hesapları bir yana bırakmalıdır, işçilerin en ağır koşullarda çalıştığı, sıcaktan bile hemen her gün bir işçinin öldüğü (bu arada Tunç Soyer bu sıcakta belediye işçilerine asfalt döktürmekle övünen videolar yayınlıyor) koşullarda yoksulluk sınırının altında bir talepte bulunmak insan haklarına aykırıdır vb. şeklinde olmalıydı. Ülkede yeterince işçi düşmanı patron örgütü yokmuş gibi CHP'li belediyelerin "Sosyal Demokrat İşveren Sendikası" adı altında bir patron örgütü (başında da Tunç Soyer bulunuyor) kurmasını eleştirmeliydi. Mustafa Sönmez grev kırıcılık yaparak belediyelerden alacağı kitap yazma siparişlerini, belediye fonlarıyla yapılacak tv programlarını vb. garanti altına almaya çalışıyor. Lenin "işçi hareketinin oportünist kanadına mensup satın alınmış militanların ve aydınların burjuvalardan daha iyi burjuvaziyi savundukları kanıtlanmıştır." diye boşuna yazmamış.


İşçi Sınıfının Kurtuluşu

7 Haziran 2023 Çarşamba

Türk burjuva (ve küçük-burjuva) ideolojisinin temel bir dogması: halk kafasızdır. (Hikmet Kıvılcımlı'dan)

"... Burnunun ucunu göremeyen burjuva ve küçükburjuva aydınlığının bir inancı daha var: O, burjuva terörüyle susturulmuş ve kırtasiyeci burjuva devlet cenderesiyle bezdirilmiş ve sindirilmiş olan halkın, yani (İşçi + Köylü)nün cahil, siyasetten anlamaz, kafasız ve ilh. olduğuna oldukça inanmış görünür. Onun için burjuvazinin "lisan-ı hâl" ile: "Ne yapalım, bu cahil, kafasız halktan da memleket işleri hakkında fikir soramayız ya!" tarzındaki küstah demagojisine bayılır. Ve Mülkiye memuru, Eğitim Müdürü ve Şeyh efendilerinin "aydın"lığına, kafalılığına pek güvenir. 

25 Mayıs 2023 Perşembe

Sigorta şirketlerinin halk isyanları nedeniyle ödediği tazminatlar terörizm gerekçesiyle ödedikleri tazminatları solladı

Marx’ın da belirttiği gibi sigorta şirketleri kendi çıkarları gereği bazı olguları nesnel ve gerçekçi bir biçimde yorumlamak zorundadırlar. Aşağıda emperyalist burjuva çevrelerin görüşlerini yansıtan Financial Times gazetesinde yayınlanan bir makalenin özet çevirisini sunuyoruz. Bu makalede, sigorta şirketlerinin son yıllarda halk isyanlarının sayısının arttığını saptadıkları ve gelecekte daha da artacağını öngördükleri ortaya konulmaktadır. - İSK. 

...

Halk isyanları 2015 yılından bu yana sigortacılara 10 milyar dolardan daha fazlasına mal oldu. Bu rakam, sigortacıların aynı dönemde terörizm nedeniyle ödedikleri yaklaşık 1 milyar dolardan çok daha fazla. Bu durum sigorta şirketlerini endişelendiriyor ve primlerin yükselmesine sebep oluyor.

24 Mayıs 2023 Çarşamba

Burjuva muhalefetin hezimetine de, zaferine de ortak olmayalım!



Milletvekili seçimleri ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin birinci turu her zaman olduğu gibi burjuva ittifaklar arasındaki ve bizzat her bir ittifakın içindeki bitmez tükenmez kirli pazarlıklar, şantajlar, kasetler, montajlar, oy çalma iddiaları ve ilkesiz taraf değiştirmeler vb. ile, kısacası burjuva seçimlerinin olmazsa olmaz bütün pislikleriyle geride kaldı. Beklendiği gibi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turuna da aynı çizgide gidiliyor.

20 Mayıs 2023 Cumartesi

Ukraynalılar cephede ölürken finans kuruluşları onların tarım arazilerine el koyuyor

Colin Todhunter, off-guardian.org

Ukraynalılar savaşta hayatlarını kaybederken, finans kuruluşları tarım arazilerinin, oligarkların ve Batılı finansörlerin eline geçmesini sinsice destekliyor.

… Farklı kaynaklara göre, Rusya ile çatışma sırasında 100.000 ila 300.000  (muhtemelen daha da fazla) Ukrayna askeri öldü. Tabii ki bu sayıya sivil kayıpları dahil değil.

Ancak bu makalenin konusu bu değil. Bu konuda başka yerlerde çok şey yazıldı. 

Ukraynalılar uluslarını, topraklarını koruduklarına inanarak öldüler. Bu topraklar dünyanın en verimli toprakları arasında yer alıyor.

Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi'nden Profesör Olena Borodina şöyle diyor:

“Bugün, kırsal kesimdeki binlerce erkek ve kadın çiftçi, savaşıyor ve ölüyor. Onlar her şeylerini kaybettiler. Arazilerin alımı ve satımı giderek daha fazla serbestleştirilmektedir ve bu satışların reklamı yapılmaktadır. Ukraynalılar toprakları uğruna canlarını verdiler ama bu durum onların toprakları üzerindeki haklarını gerçekten tehdit ediyor.”

19 Mayıs 2023 Cuma

İşçi sınıfı burjuva cumhuriyeti kutlamalı mıdır? (Luis Emilio Recabarren)

Burjuva cumhuriyete ve onun "millî bayramları"na ezilen ve sömürülen sınıfların sınıf bilincini yükseltmeyi amaçlayan gerçek bir komünistin ("işçi sınıfının vatanı yoktur" sözünü unutan bizim sahte "sosyalist" ve "komünist"lerden farklı olarak) nasıl yaklaşması gerektiğine mükemmel bir örnek .... - İSK'nun notu.



...

Luis Emilio Recabarren*: Başımızı sokacak evi olmayan bizler bir vatanı var mıdır?**

16 Eylül 1905

Şu soruyu defalarca sorduk: “18 Eylül tarihinde kutlanan nedir?” Bazıları, özellikle de burjuvalar şöyle yanıt verir: “Siyasi kurtuluşumuzu, Cumhuriyet olarak bağımsızlığımızı kutluyoruz.” Ama aslına bakarsanız işçi sınıfının 18 Eylül 1810’da Şili’de yaşanan değişimden [***] kazandığı pek bir şey yoktur. Onun sahip olduğu bir özgürlük varsa o da açlıktan ölme, sefalet içinde, kıt kanaat yaşama özgürlüğüdür. Bunu görmek, bu gerçekliği analiz edebilmek için, bizleri kurtulmuş olduğumuza ve Cumhuriyetin bağımsızlığının bizim bağımsızlığımız olduğuna inandıran fanatizmden uzaklaşmamız gerekir.

Kemalist tek parti diktatörlüğünün faşist karakteri ve Türk burjuvazisinin iktidarının sağlamlaştırılmasında döneklerin rolü üzerine Kıvılcımlı

 "İnsaf edelim de, artık Kemalizmin faşizmden ayrılan noktalarını ara­makla zaman yitirmeyelim."

"... 'Profesyonel kuyrukçular' {Şevket Süreyya, Vedat Nedim Tör gibi TKP döneği Kadro'cular kastediliyor}, satılık eşekler gibi yemlerini kim veriyorsa onun adına anırıyorlar. Dün işçi sınıfından bir çıkar umdukları zaman, proletarya ideolojisini bir semer gibi taşıdılar. Bugün arpayı burjuvazi verince, semerlerini attılar. Sırtlarında yaldızlı birer palan, Halk Partisi'nin vurduğu gemle paşaların "adsız" düzenbazı oldular.

13 Nisan 2023 Perşembe

Komünistlerin gerici parlamento seçimlerine yaklaşımının temel ilkeleri üzerine Lenin’den notlar

Aşağıdaki derlemeyi ilk kez Haziran 2011 seçimlerinden hemen önce yayımlamıştık. Ne yazık ki, aradan geçen onca yıla rağmen, devrimci çevrelerin burjuva seçimlere yaklaşımında, o zaman yaptığımız "Komünist ve Devrimci Sol bu seçimlere de işçi sınıfına ve emekçi kitlelere gerçek bir bağımsız ve devrimci politika öneremeyen konumuyla giriyor" saptamamızı değiştirmemizi gerektirecek bir gelişme olmamıştır. Tek fark, o dönemde devrimci eğilimli çevrelerde pasif boykot tavrı ağır basarken günümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde boykot ve parlamento seçimlerinde HDP (günümüzde YSP) adaylarını (HDP/YSP'nin genel reformist çizgisine ve halkların temel sorunlarını TBMM'de ve anayasal/yasal düzen içi reformlarla çözme konusunda yarattığı reformist hayallere öze ilişkin hiçbir eleştiri getirmeden) destekleme tavrı ağır basmaktadır. Ne yazık ki komünist ve devrimci eğilimli çevreler bir uçtan (burjuva seçimlerine katılmanın burjuva düzeni meşrulaştırmak anlamına gelmek zorunda olduğunu, devrimci bir seçim çalışması yapmanın mümkün olmadığını iddia eden pasif boykotçu, "sol" oportünist anlayıştan), diğer bir uca ("kötünün iyisi" olarak reformist partileri ve adayları desteklemeyi alışkanlık hale getirmeye) savrulmuştur. Aslında iki anlayışın temeli de aynıdır, devrimci güçlerin kendi bağımsız inisiyatiflerine ve güçlerine güvenmemeleri. 

Görüşümüze göre, emekçi kitlelerin korkunç bir ekonomik yıkımı günbegün yaşadığı ve kapitalistlerin doymak bilmek kâr hırsı ve burjuva hükümetlerin umursamaz politikaları sonucunda yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir depremle derinden sarsıldıkları koşullarda, komünist ve devrimci güçler, her şeye düzen içinde çözüm bulunabileceğini iddia eden liberallerden ve reformistlerden farklı olarak, bu seçimlerden her şeyden önce ve esas olarak devrimin ve komünizmin propagandasını yapmak, ezilen ve sömürülen yığınların temel sorunlarının asla burjuva seçimler ve burjuva parlamento yoluyla çözülemeyeceğini anlatmak için yararlanmalıydı. Bunun için de Marx ve Lenin'in özellikle vurguladıkları gibi, ne "demokrat" maskeli burjuva partilerinin "bu köprüden önceki son çıkış" vb. umacılarına, ne de küçük-burjuva reformistlerin "oyları bölmeyin" laflarına bir nebze bile kulak asmayarak net bir devrimci program temelinde ortak bağımsız devrimci adaylar gösterilmeliydi. Burjuva ve küçük-burjuva akımların bu türden şantajlarına kendilerini kaptıranların istemeyerek de olsa burjuva politikasının birer aletine dönüşecekleri ve dönüştükleri açıktır. Aşağıdaki derlemeyi bu görüşümüzün temellerini bütün yönleriyle ortaya koyduğu, aynı zamanda komünistlerin burjuva seçimlerine katılmasının temel ilkelerini net bir biçimde özetlediği için yeniden yayımlamayı uygun görüyoruz. - İşçi Sınıfının Kurtuluşu

31 Mart 2023 Cuma

Fransa'daki kitlesel protestolar burjuva demokrasisinin maskesini düşürüyor

“...‘Fransa -diye yazıyordu Engels "Onsekizinci Brumaire"in üçüncü baskısına önsözde- tarihsel sınıf mücadelelerinin başka yerlerde olduğundan daha çok, her seferinde kesin sonuca kadar yürütüldüğü, içinde hareket ettikleri ve sonuçlarının özetlendiği değişik politik biçimlerin en keskin hatlarla belirlendiği ülkedir. Ortaçağda feodalizmin merkezi, Rönesans'tan bu yana yekpare zümresel monarşinin örnek ülkesi Fransa, büyük devrim sırasında feodalizmi yerle bir etti ve başka hiçbir Avrupa ülkesinde olmayan bir klasiklikle burjuvazinin saf egemenliğini kurdu. Ve yükselmeye çalışan proletaryanın egemen burjuvaziye karşı mücadelesi de burada başka yerlerde bilinmeyen keskin bir biçimde ortaya çıkar.’ 

1871'den bu yana Fransız proletaryasının devrimci mücadelesinde bir kesinti ortaya çıktığı ölçüde, son ifade eskimiştir, bununla birlikte bu kesinti, ne kadar sürerse sürsün, gelecek proleter devrimde Fransa'nın, tayin edici sonuca kadar sınıf mücadelesinin klasik ülkesi olduğunu kanıtlama olasılığını asla dışlamaz.” (Lenin, Devlet ve Devrim, İnter Yay., s. 43)

Fransa'da resmî emeklilik yaşını kademeli olarak 64'e yükselten ve tam emeklilik için ödenmesi gereken prim tutarlarını arttıran yeni bir yasa, ülke genelinde haftalar boyunca milyonlarca kişinin katıldığı öfkeli protestoların ve grevlerin fitilini ateşledi

29 Mart 2023 Çarşamba

"Halkçı Kemal" ve "bürokrat Kemal"in sınıfsal konumu üzerine ilginç bir materyal

"… Modern toplumda erkin elinde bulunduğu özel katman bürokrasidir. Bu organın modern toplumda egemen olan burjuva sınıfıyla doğrudan ve son derece sıkı bağı, gerek tarihten (bürokrasi, burjuvazinin feodallere karşı, genelde “eski soylu” düzenin temsilcilerine karşı ilk politik aracıydı ve politik egemenlik arenasına safkan toprak sahiplerinin değil, soylu olmayan aydınların, “küçükburjuvazi”nin ilk adımı atışını ifade ediyordu), gerekse de sadece burjuva “halk evlatları”nın girişine açık olan ve bu burjuvaziyle en güçlü binlerce bağla bağlı bu sınıfın oluşum ve saflarına adam alma koşullarından açıkça anlaşılmaktadır. (…) her türlü bürokrasi, gerek tarihsel kökeni, gerekse de mevcut kaynağı ve amacı itibariyle katıksız ve salt burjuva bir kurumdur..." 
(Lenin, Narodnizmin Ekonomik İçeriği ve Onun Bay Struve'nin Kitabındaki Eleştirisi, TE, Cilt 1)

Bir dönem CHP'de yöneticilik de yapmış olan Prof. Yahya Tezel'den Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin tepesine getirilişi (ve Kılıçdaroğlu'nun CHP yönetimine tepeden inme getirdikleri) hakkında ilginç bazı gözlemleri çok sınırlı bazı yorumlarımızı katarak paylaşıyoruz. Görüşümüze göre, burada verilen bilgileri Lenin'in yukarıda aktardığımız bürokrasinin sınıfsal niteliği üzerine sözleriyle karşılaştıran herkes "namuslu bürokrat" kimliğiyle her fırsatta övünen Kemal Kılıçdaroğlu'nun (hakeza onun Faik Öztrak gibi akıl vericilerinin) burjuva elitist sınıfsal konumunu gayet iyi kavrayabilecektir - İşçi Sınıfının Kurtuluşu.

23 Mart 2023 Perşembe

ABD Merkez Bankası Başkanı da mı imam hatip mezunu?


“Enflasyon yükseliyorsa tek çare faiz arttırmaktır” anlayışını sihirli bir formül gibi her fırsatta tekrar eden burjuva ekonomistlerimizin ABD ve Avrupa’daki son günlerde yaşanan banka krizi konusunda “nedense” ağızlarını bıçak açmıyor.   

Tek kelime edemiyorlar zira burjuva ekonomistlerimizin biricik ezberine uygun olarak, ABD Merkez Bankası (FED) yükselen enflasyonu kontrol altına almak için faizleri artırdı, fakat bu artış durumu düzeltmek şöyle dursun ABD’nin 16. büyük bankası olan Silikon Vadisi Bankası'nın (SVB) batmasına yol açtı. SVB battıktan sonra kriz daha da tırmandı. Kriz hem ABD’de devam ediyor hem de Avrupa’ya sıçrayarak bankacılık merkezi olmakla tanınan İsviçre’nin ikinci büyük bankasını devirdi.

16 Mart 2023 Perşembe

"İki parti sistemi"nin sınıfsal işlevi

Türkiye'de uzun on yıllardır fiilen iki ana burjuva partinin rekabet ettiği bir sistem yürürlüktedir. A la turka başkanlık sistemine geçişle birlikte kaçınılmaz olarak oluşan "Cumhur" ve "Millet" burjuva ittifakları ile bu durum daha da pekişmiştir. Bütün burjuva ve küçük-burjuva partiler eninde sonunda bu iki ittifakın çevresinde toplanmak zorunda kalmaktadır. Aslında bunlar ABD'deki - çizgileri birbirlerinden çok zor ayırt edilebilen ve her ikisi de tekelci burjuvaziye hizmet eden - "Cumhuriyetçiler" ve "Demokratlar" örneğinde olduğu gibi fiilen bütün burjuva politika sahnesine hakim olan iki ana burjuva partisi durumundadır. 

Lenin ünlü Sol Komünizm eserinde bu sistemin sınıfsal işlevini "yüzlerce yıllık deneyimle kutsanmış -ve sömürenler için olağanüstü yararlı olan- (sömürücülerin) 'iki parti' sistemi" sözleriyle ortaya koymuştur. (Lenin, Sol "Radikalizm, Komünizmin Çocukluk Hastalığı, İnter Yay., s. 83)

14 Mart 2023 Salı

İttifak pazarlıklarında aşırı gerici ve "sosyalist" küçük partilerin taktiği


Burjuva ve küçük-burjuva partiler cephesinde ittifaklar borsası tavan yapmış durumda. Bu pazarlıklar içinde bir azılı gerici Hüda-Par, Yeniden Refah vb. partilerin "Cumhur ittifakı" ile yürüttüğü ittifak görüşmelerine bakın, bir de bizim TİP'lerin, Sol  Parti'lerin, EMEP'lerin "hiçbir karşılık beklemeden" peşin peşin burjuva muhalefetin kuyruğuna takılmalarına ve başkalarını da takma çabalarına ve yöntemlerine bakın. Birinciler bu fırsatı kullanarak kendi gerici programlarının başka zaman yapabileceklerinin yüz katı, bin katı kadar yaygın ve güçlü propagandasını yapıyorlar. İkincilerin tek gündemi "birinci turda işi bitirmek" ve kırık dökük birkaç lakırdı hariç sosyalizm adına söyleyecek programatik hiç bir sözleri yok. Temel gündemleri de kesinlikle sosyalizmin, devrimin propagandası değil. Onlar tamamen burjuva muhalefetin bir an evvel iktidara gelmesine odaklanmış durumdalar, bu şekilde kurulacak yeni bir burjuva hükümetten açık ve örtülü olarak inanılmaz beklentileri (bunun ülkeye demokrasi getirmesi, AKP-Erdoğan döneminin bütün suçlarından hesap sorması vb.) vardır ve diğer her şey onların gözünde "şu an için" tamamen talî önemdedir.  

13 Mart 2023 Pazartesi

Reformistler ve anarşistler işçi hareketinin gelişmesini nasıl engellerler? (Lenin'den)

"... Marksizmi anlamayan ve modern işçi hareketini anlamayan burjuva ideologları, liberaller ve demokratlar, sürekli olarak bir beyhude aşırı uçtan diğerine zıplayıp dururlar. Bazen bütün sorunu kötü niyetli kişilerin sınıfı sınıfa karşı "kışkırtmaları" ile açıklamaya çalışırlar, bir başka zaman da işçi partisinin "barışçıl bir reform partisi" olduğu fikriyle kendilerini avutmaya çalışırlar. Hem anarko-sendikalizm hem de reformizm, bu burjuva dünya görüşünün ve etkisinin doğrudan bir ürünü olarak görülmelidir. Bunlar işçi hareketinin sadece bir yönünü ele alırlar, bu tek yanlılığı bir teori düzeyine yükseltirler ve bu hareketin belirli bir dönemin, işçi sınıfı faaliyetinin belli koşullarının özgül özelliği olan eğilimlerini veya özelliklerini karşılıklı olarak dışlarlar. Ama gerçek hayat, gerçek tarih, bu farklı eğilimlerin tümünü kapsar, tıpkı doğadaki yaşam ve gelişimin hem yavaş evrimi hem de hızlı sıçramaları, süreklilikteki kırılmaları içermesi gibi.

Revizyonistler, "sıçramalar" ve işçi sınıfı hareketinin ilkesel olarak eski toplumun bütününe uzlaşmaz karşıtlık içinde olduğu hakkındaki tüm argümanları laf kalabalığı olarak görürler. Reformları ise sosyalizmin kısmen gerçekleşmesi olarak görürler. Anarko-sendikalistler de "küçük işler"i, özellikle parlamenter platformun kullanımını reddederler. Uygulamada, ikincilerin taktikleri, "büyük günleri" pasifçe beklemek ve büyük olayları yaratan güçleri bir araya getirememek anlamına gelir. Her iki akım da en önemli ve en acil olan şeye, yani işçileri, her koşulda iyi çalışabilen, sınıf ruhuyla yoğrulmuş, kendi hedeflerini gerçekten kavramış olan ve hakiki Marksist dünya görüşü ile eğitilmiş, büyük, güçlü ve düzgün işleyebilen örgütlerde birleştirmeye engel olurlar." (Lenin, Avrupa İşçi Hareketi İçindeki Farklılıklar, çeviri bize aittir - İSK.

1 Mart 2023 Çarşamba

“ABD’nin Çernobili”nin nedeni “liyakatsizlik” mi, kapitalizm mi?

3 Şubat’ta ABD'nin Ohio eyaletindeki East Palestine kasabasında zehirli kimyasal madde taşıyan 150 vagonlu trenin 50 vagonunun raydan çıkmasının ardından patlamalar meydana geldi. Patlamalar sonrası yüksek miktarda zehirli kimyasal çevreye yayıldı. Bu olay potansiyel olarak Çernobil boyutunda bir felakete yol açabileceği için ABD basınında "ABD'nin Çernobil'i" olarak anılıyor.

Türkiye’deki burjuva muhalefet ve onun kuyrukçusu küçük-burjuva sol Maraş depremlerinden sonra tüm sorunun dincilikten kaynaklanan “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlikten” (bkz. Aydemir Güler) kaynaklandığını defalarca dile getirdi.

Halbuki bizdeki depremlerden daha birkaç gün önce, kapitalist gelişmişlik düzeyi açısından bizden çok daha ileride olan, “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlik” sorunu olduğuna dair pek bir eleştiri görmediğimiz, burjuva muhalefetin başı olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun en son bilimsel ve teknolojik gelişmeleri “yerinde” görmek üzere ziyaret ettiği, önde gelen burjuva bilim adamlarımızın en zeki ve çalışkan olanların en iyi görevlere getirildiğini söyledikleri ABD’de bir tren kazasından sonra ortaya çıkan devasa boyuttaki bu çevresel felaket, tüm doğal ve çevresel afetlerde kitlelerin ödediği faturanın asıl nedeninin “bilim ve akıl yoksunluğu” ve “liyakatsizlik” değil, kapitalizm olduğunu gösteren bir ders niteliğindeydi.

Kazadan hemen sonra, kazanın meydana geldiği yaklaşık 4 bin 700 nüfuslu East Palestine kasabasında yaşayanlar bir süreliğine tahliye edildi.

Ohio Valiliği’nin bu felaketi olduğundan küçük göstermeye çalıştı. New York Post gazetesi trenin taşıdığı zehirli kimyasalların miktarının, açıklananın çok üzerinde olduğunu yazdı.

Devlet yetkilileri ayrıca olayla ilgili ayrıntıları mümkün olduğunca saklamaya çalıştılar. İşi Ohio Valisi’nin olaya ilişkin basın açıklamasını takip eden bir muhabirin polis tarafından gözaltına alınmasına kadar vardırdılar.

Kasaba halkı ise yetkililerin açıklamalarına inanmadıklarını belirttiler.

Yetkililerin bu paniğine ve ABD halkının onlara duyduğu bu güvensizliğe şaşırmamak gerekir çünkü bu “kaza” da kapitalizmde gördüğümüz hemen her “kaza” ve “felaket”te olduğu gibi göz göre göre, “geliyorum” diyerek gelmişti.

Bu “kaza”ya aslında kapitalist tekellerin azami kâr elde etme hırsı yol açmıştı. ABD devleti, demiryolu tekellerinin yaptığı lobi sonucu yakın zamanda tarihi önemdeki bir grevi yasakladı. Bu grevin talepleri arasında çalışma saatlerinin azaltılması ve bununla bağlantılı olarak demiryolu taşımacılığında daha fazla güvenlik önlemi alınması da vardı. Nitekim ABD devleti tehlikeli kimyevi maddelerin taşınmasına ilişkin düzenlemeleri sürekli olarak baltalamıştır.

2014 yılında Obama yönetimi işçilerin yoğun baskısı sonucunda petrol ve diğer tehlikeli maddeleri taşıyan trenler için güvenlik düzenlemelerinin iyileştirilmesini içeren bir yasa teklifinde bulunmuştu. Bununla birlikte, sektöre hakim olan 6 büyük şirketin “maliyetlerin artacağı” gerekçesiyle yaptıkları itiraz sonucunda bu “iyileştirme” kuşa çevrilmiş, “tehlikeli madde” tanımı sadece ham petrolle sınırlanmış, yeni düzenleme, son yaşanan felakette yer alan kimyasallar da dahil olmak üzere diğer birçok yanıcı maddeyi taşıyan trenleri muaf tutmuştu.

Şaşırtıcı bir biçimde ABD’deki trenlerin büyük çoğunluğu, ilk olarak 1868'de geliştirilen bir fren sistemini kullanıyor. Bu sistemin yerine Elektronik Kontrollü Pnömatik frenler olarak bilinen yeni bir teknolojinin zorunlu hale getirilmesi de benzer şekilde demiryolu taşımacılığı tekelleri tarafından önlendi. Bu şirketler lobi faaliyetlerine milyonlarca dolar harcayıp senatörleri satın aldı ve son felaketin önüne geçebilecek yeni fren teknolojisinin zorunlu kullanımını engelledi.

Demiryolu işçileri ise, patronların aksine, yıllardır gerekli önlemlerin alınması için yoğun çaba gösteriyorlardı. Geçen yılın Aralık ayında ise, Lokomotif Mühendisleri ve Demiryolu İşçileri Birliği, diğer şeylerin yanı sıra güvenlik önlemlerinin artırılması talebiyle bir grev başlattılar.

Bir demiryolu işçisi çalışma koşullarını şöyle anlatıyordu:

“Yorgunluk, tanıdığım ve birlikte çalıştığım hemen herkeste kronik bir sorun. Bunun ölümcül bir sorun haline gelmemesi için çabalıyoruz. Yorgunlukla, bitkinlikle, pandemiyle mücadele ediyoruz ve nefes alma şansımız bile yok.”

Patronların bir demiryolu işçisini maksimum çalıştırma süresi 12 saatle sınırlanmıştır ama işçiler, evden uzaktayken bir otele veya terminale gitmenin genellikle birkaç saat aldığını ve bunun da dinlenme saatlerinden düştüğünü belirtiyorlardı.

Ama, “çılgın ve keyfi hareket eden” Trump’un yerine gelen “aklı selim sahibi, liyakate önem veren” Başkan Joe Biden 2 Aralık 2022 tarihinde 115 bin işçinin katılacağı bu grevi yasaklayan kararnameye imza attı. Ona göre grevin sırası değildi. Ukrayna savaşının başlamasıyla enflasyonun fırladığı bir zamanda “ABD ekonomisinin felç edilmesine” izin verilemezdi.

Sendika bürokratlarının da işçileri satarak bu karara usluca boyun eğmesinin ardından tekellerin istediği koşullarda “normal hayata” dönüldü.

Bundan sonrasını tahmin edebileceğiniz gibidir. Uzun saatler çalışan, yorgun işçilerle, 19. yüzyıla ait bir fren teknolojisi kullanarak son derece zehirli maddelerin taşınması sonucunda gerçekleşen, üretimin rasyonel olarak düzenlendiği bir sistemde kolayca önlenebilecek ama kapitalist üretim anarşisinde kaçınılmaz hale gelen yeni bir "felaket" daha.

Görüldüğü gibi, ortada ne dincilikten kaynaklanan bir “bilim ve akıl yoksunluğu” ne de “liyakatsizlik” vardır. Teknolojinin, özellikle de ABD gibi en gelişmiş ülkelerdeki teknolojinin günümüzdeki gelişmişlik düzeyi bu tür kazaların önüne geçmeye fazlasıyla yeterlidir. Bu tür kazalara kapitalistlerin azami kâr hırsı yol açmaktadır.

Kapitalizmin bu iflah olmaz çelişkisinin en iyi açıklamasını Stalin'i şu sözleri veriyor:

“Kapitalizmde tekniğin fırtınalı gelişimini kanıtlayan, kapitalistlerin, ileri tekniğin bayraktarı olarak, üretim tekniğinin gelişimi alanında devrimciler olarak sahneye çıktıkları kapitalizmin tarihine ve pratiğine ait olguları herkes bilir. Ama kapitalizmde teknik gelişimin engellendiğini kanıtlayan, kapitalistlerin yeni tekniğin gelişimi alanında gericiler olarak sahneye çıktıkları ve sıkça el emeğine başvurdukları başka türden olgular da bilinmektedir.

Bu apaçık çelişki neyle açıklanabilir? Yalnızca modern kapitalizmin ekonomik temel yasasıyla, yani azami kâr sağlama zorunluluğuyla açıklanabilir. Kapitalizm, eğer kendisine en yüksek kârı vaat ediyorsa yeni teknikten yanadır. Kapitalizm, eğer yeni teknik ona artık en yüksek kâr vaat etmiyorsa yeni tekniğe karşıdır ve el emeğine geçilmesinden yanadır.”
(Stalin, SSCB’de Sosyalizmin Ekonomik Sorunları, Eserler, c. 16, İnter Yayınları, s. 314)

İşçi Sınıfının Kurtuluşu

24 Şubat 2023 Cuma

Ukrayna'da emperyalist yağma ve soykırım savaşın birinci yılında artarak devam ediyor

 "... Rus hükümeti bir konuda Avrupalı meslektaşlarının gerisinde kalmadı; aynı onlar gibi "kendi" halkını büyük çapta aldatma işini başarıyla gerçekleştirdi. Kitlelere şovenizm bulaştırmak, Çarlık hükümetinin "haklı" bir savaş yürüttüğü, "kardeş Slavları" tarafsızca savunduğu vb. izlenimini yaratmak amacıyla Rusya'da da devasa, canavarca bir yalan ve aldatma makinesi kurulmuştur." (V.İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, 1915)

Çok keskin "anti-emperyalist" küçük-burjuva “sol” teorisyenler, Rus emperyalizmi söz konusu olduğunda, "sermaye ihracı diğer emperyalist ülkelere göre çok az”, “uluslararası tekelleri yok”, “üretim araçları üretimi yapmıyor”, “saldırı savaşı değil, savunma savaşı veriyor”, “Donetsk halkını neo-nazilerden koruyor” gibi argümanlarla günümüz Rusya'sının emperyalist bir ülke olmadığına dair teoriler uyduradursun, Ukrayna ulusu Rus emperyalizmi tarafından göz göre göre yok ediliyor.

20 Şubat 2023 Pazartesi

The Economist: "Türkiye'deki depremde yoksul bölgeler 3,5 kat daha fazla hasar gördü"

Gelişmiş kapitalist dünyanın en ünlü (ve aynı zamanda en yoksul düşmanı) ekonomi dergilerinden biri olan The Economist'te yayınlanan aşağıdaki yazıyı, bu dergiyi çıkaran militan tekelci kapitalizm savunucularının bile yaşanan depremlerdeki insan kayıplarının temel nedeni konusunda bizim burjuva basınından çok daha gerçeğe sadık olduklarını göstermesi bakımından önemli bulduğumuz için yazının tam bir çevirisini okurlarımızla paylaşma ihtiyacı duyduk. — İşçi Sınıfının Kurtuluşu.

...

Türkiye'deki depremde yoksul bölgeler 3,5 kat daha fazla hasar gördü

The Economist, 16.2.2022

Hayatını kaybedenlerin kaç kişi olduğunun sayımı hâlâ devam ediyor olsa da Türkiye'de 6 Şubat'ta meydana gelen depremlerin 2010'dan bu yana dünyanın en ölümcül doğal afeti olduğu daha şimdiden belli oldu. 

15 Şubat 2023 Çarşamba

Deprem ve Devlet

"Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona 'ayaklan' demeyen alçaktır." (Maximilien Robespierre)



Binlerce insan gönüllü olarak arama-kurtarma çalışmalarına katılmak için deprem bölgesine gitti. Devletin umursamazlığı ortaya çıktıkça, "iş başa düştü" düşüncesiyle gönüllü olanların sayısı daha da arttı. Fakat gönüllü olarak yardıma koşan yurttaşlar devlet düzeyinde bir koordinasyon ve önceden yine devlet tarafından yapılmış iyi bir plan olmadan ne kadar az şey yapabileceklerini acı bir şekilde görmek zorunda kaldılar. Şimdi binlerce insanın gönüllü olarak bölgeye koşması yeterli olmadı, demek ki deprem koordinasyonu planlamasını da biz yurttaşlar öğrenmeliyiz ve bir sonraki felakette onu da biz  yapmalıyız, o konuda da iş başa düştü, bunda bile devlete güvenemeyiz diye düşünmeye başlamış durumda. 

12 Şubat 2023 Pazar

"Bir daha aynı şeyleri yaşamamak" için

Herkes "bir daha aynı şeyleri yaşamamak" istiyor ama pekala bir sonraki büyük depremde de birebir aynı manzaraların hatta daha kötülerinin yaşanabileceğini de adı gibi biliyor. Bir daha aynı şeyi yaşamamanın tek yolu vardır, o da proleter devrimdir. Şu anda acil bir önlem olarak ülkenin yönetimini madencilere, işçilere ve tabandan yardımı örgütleyen devrimci ve demokratik kurumlara verin, depremin yaralarını sarmak için mümkün olan en iyi örgütlenmeyi en kısa zamanda kuracaklardır. Ama mevcut Taliban-Nazi koalisyonu değil de, isterse mümkün olan en insaflı, en izan sahibi bir burjuva hükümet başta olsun, halkın her çabası kapitalizm tarafından bin bir şekilde (doymak bilmez kâr hırsıyla, şovenizmle, kapitalistlerin iktidarlarını kaybetme korkularıyla vb.) sabote edilmeye devam edecektir. Ve ister bir yıl sonra, ister on yıl sonra olsun diğer yerlerde yaşanacak büyükçe her depremde, üç aşağı beş yukarı aynı korkunç ve dayanılmaz şekilde acı manzaralar yaşanacaktır. 

9 Şubat 2023 Perşembe

Deprem yıkıntıları altında burjuva bilimi

Türkiye’de bilimin popülerleştirilmesinde çok faydalı işler yapan Evrim Ağacı’nın kurucularından genç ve parlak bilim insanı Çağrı Mert Bakırcı fay hatları üzerindeki şehirlerde binaların depreme dayanıklı yapılmadığı, imar barışı adı altında çürük binaların resmileştirildiği, deprem bölgesinde giriş katlarının kolonları kesilip işyerine çevrildiği gibi herkesin bildiği bazı olguları sıraladıktan ve bu koşullarda başka bir sonucun beklenemeyeceğini - haklı olarak - saptadıktan sonra, samimiyetinden kuşku duymadığımız bir öfkeyle şunları soruyor

“... Tam olarak ne kadar süre geçtikten sonra "Tamam, diğer hiçbir şey işe yaramıyor. Artık bilimi dinlemeye hazırız. Bunlar başımıza tekrar gelmesin diye ne gerekiyorsa yapacağız." lafını duyacağız?  Kaç kişinin daha ölmesi gerekiyor bunu duymamız için?

Bu isyanımı bastırmak için kendimi gerçekten zor tutuyorum artık. Yeter… Biz ne zaman akıllanacağız?”

"Biz" yani Türkiye nüfusunun çoğunluğu olan yoksullar "akılsız" değiliz, parasızız, imkanlarımız dar, hiçbir zengin (ayrıca aptal değilse) depreme dayanıksız bir evde yaşamaz, ailesini o evde yaşatmaz. Fakat yoksullar sokakta kalmamak için ucuz nereyi bulursa orada yaşamak zorundadır.

14 Ocak 2023 Cumartesi

Ücretler sorununda İMF’nin sağında bir “Komünist Parti”

Legal T”K”P şeflerinin en önde gelen ikisi, Bay Kemal Okuyan ve Bay Aydemir Güler, ücretlerle genel fiyatların ilişkisi sorununda öyle anlaşılıyor ki burjuva iktisatçılarının zokasını tamamen yutmuş durumdalar.

Bay Okuyan’a göre:

“Bugünkü ekonomik sistem sürdüğü sürece halka verilecek her şey halktan alınır. Dolayısıyla asgari ücreti 15 [bin] yaparsanız enflasyon yine halktan çıkar.” 

EYT örgütlenmesinin uzun yılların mücadelesinin sonucunu aldığı, benzer bir örgütlenmenin asgari ücretliler tarafından da tabandan kurulmasının asgari ücretliler arasında tartışıldığı bir dönemde, Aydemir Güler de benzer bir plak çalıyor:

“... Asgari ücretlilerin temsili Türk-İş’e kaldığına göre bu dev nüfus örgütsüz. Ama diyelim ki bir asgari ücretliler örgütü var; mücadele ediyor ve yine bir seçim sıkışmasında dönemin hükümetine geri adım attırıyor. Diyelim ücretin alım gücü korunuyor, üstüne üstlük milli gelir artışından da pay alınıyor.

Kazanım mı? Evet. Ama sınıfın yeniden bölünmesini sağlayacak argümanların neler olacağını şimdiden biliyoruz. Asgari ücretin artmasının enflasyonu körükleyeceği söylenecek. Fiyatlar patron kârı için artacak tabii ki. Ama ücret ve fiyat düzeylerinin birlikte hareket etmesi hiç de yalan olmayacak.”

Gerçekten de inanılmaz! "Komünist Parti" şeflerimiz milyonlarca örgütsüz asgari ücretliye boşuna EYT'lileri örnek alarak bir Asgari Ücretliler Örgütü kurmayın ve ücretlerinizi geçim düzeyine çıkarmak için mücadele etmeyin, çünkü bu hiçbir işe yaramaz diyorlar. Zira baylarımız öyle anlaşılıyor ki ücret artışlarının zorunlu olarak fiyat artışlarına yol açacağını ciddi ciddi inanıyorlar. Diğer bir deyişle Özgür Demirtaş, Selva Demiralp gibi TÜSİAD çizgisindeki ekonomistlerin “ekonomi biliminin zorunlu sonucu” olarak sundukları bu dogmayı hiç sorgulamadan benimseyip propaganda etmekle “komünist” olma iddiaları arasında hiçbir çelişki görmüyorlar. 

Halbuki Marksist klasikleri yeni okumaya başlayan lise çağında bir genç bile bu teorinin ne kadar temelsiz olduğunu, örneğin Marx’ın “Ücret, Fiyat, Kâr” adlı eserinde, ‘ücret artışı için verilen mücadelenin boşuna olduğunu, çünkü kapitalistlerin ücretler yükselince otomatik olarak fiyatları artıracağını’ savunan bir demagog olan Weston’ın bu “teorisini” nasıl ustaca çürüttüğünü bilebilir.  

Acaba kendilerine "komünist" diyen bu baylar Marx’ın ücretler, fiyatlar ve kârlar arasındaki ilişki konusunda yazdığı onca şeyi hiç okumamışlar mı, bu konudaki Marksist teoriden tamamen mi habersizler, yoksa okumuşlar ama unutmuşlar veya dikkate almaya değer mi görmüyorlar? Hangisinin daha kötü olduğunu söylemekte gerçekten zorlanıyoruz. 

Daha önceki bir yazımızda ele aldığımız bir İMF raporunu okuduğumuzda, bu raporu yazan burjuva iktisatçıların bile "ücret-enflasyon sarmalı" teorisine T”K”P yöneticileri kadar bağnazca iman etmediklerini görüyoruz.  

"Ücret-Fiyat Sarmalları: Tarihsel Kanıt Ne Diyor?" başlıklı bu İMF raporunda çok sayıda ülkede 1960 yılından 2022 yılına kadar geçen 62 yıllık bir dönem incelendikten sonra, ücret artışlarının enflasyonu tetiklediğine dair bir kanıt olmadığı sonucuna varılmaktadır. 

Bu rapor "ücret-enflasyon sarmalı” teorisine karşı burjuva ekonomik literatüründe yer alan tek yazı da değildir. 

Pek çok burjuva iktisatçısı bu “teori”nin günümüzde artık savunulamaz hale geldiğini görüyor. Örneğin bugünkü ABD Hazine Bakanı Janet Yellen, Ocak ayının sonunda yaptığı bir konuşmada “1970'ler ve 1980'lerin başlarından farklı olarak, mevcut yüksek enflasyon döneminin ücret-fiyat sarmalını tetiklemediğini” belirtme ihtiyacı duymuştur. Görüldüğü gibi ABD emperyalizminin bütçesini yöneten kişi bile "ücret-fiyat sarmalı teorisi”ne bizim T“K”P yöneticileri kadar dogmatik yaklaşmıyor. 

Üstüne üstlük, T“K”P şeflerimiz bu gerici teoriyi, TÜSİAD üyesi kapitalist tekellerin %500’lere varan kâr artışları elde ettiği, asgari ücret civarında çalışanların sayısının 10 milyonu bulduğu, zamlı asgari ücretin daha işçilerin eline geçmeden açlık sınırının altında kaldığı, 1 milyon 200 bin 892 çocuğun örgün eğitim dışına çıkarak çalışmaya başlamak zorunda kaldığı, düşük ücretlerin nüfusun kendini yenileme hızının altına kalmasına yol açtığı (yani göçmen nüfus girişi olmasa değil artmak, yerinde bile sayamadığı ve azalmaya başladığı), işçilerin ülkenin çeşitli bölgelerinde daha yüksek ücretler için mücadelelere başladığı bir ortamda savunuyorlar. İsmine biraz olsun layık olan bir Komünist Partinin yapacağı gibi, ücret artışı için başlayan kendiliğinden mücadelelerin daha yaygın ve daha örgütlü hale gelmesini teşvik edeceklerine, ücret artışları için örgütlenmenin ve mücadele etmenin beyhude olacağını kanıtlamaya çalışıyorlar.

Hiç şüphesiz, gerçek bir KP sadece ekonomik mücadelenin daha yaygın ve daha örgütlü hale gelmesini teşvik etmekle de yetinemez, bu mücadelelerin devrimcileştirilerek ücretli kölecilik düzeninin sadece sonuçlarına değil bizzat kendisine (yani kapitalizme) yöneltilmesini de gerçekleştirmeye çalışmak zorundadır ama tabii ki bunu ekonomik mücadelenin her koşulda başarısızlığa mahkum olduğunu söyleyen gerici burjuva teorilerini savunarak yapamaz. Tam tersine bu mücadelelere önderlik ederek ve yol göstererek yapabilir. 

Kemal Okuyan ve Aydemir Güler, böylesine kritik bir dönemde, böylesine yaşamsal önemi olan bir konuda Marksist politik ekonominin abc'sini unutmakla kalmamış, burjuva ekonomistleri arasında bile tartışma yaratan bir konuda tereddütsüz bir biçimde ücret artışı için mücadele etmenin tamamen anlamsız olduğunu söyleyen en dar kafalıların tezlerini tekrar etmeyi tercih etmişlerdir. 

Bir başka deyişle, ekonomik mücadele konusunda İMF’den bile daha sağcı ve daha darkafalı olmayı başaran bir “komünist parti"miz var. Böyle bir acayiplik de olsa olsa bizde olurdu emekten kendimizi alamıyoruz. 

İşçi Sınıfının Kurtuluşu